Türkiye’nin pusulası

Prof. Dr. Kemal İnat | Görüş & Analiz | 26 Ekim 2013, Cumartesi


Türkiye’nin pusulası

Türkiye’nin pusulası *

Çıkarlarına aykırı politikalar peşinde olduğu bilinen kesimlerin suçlamalarıyla karşılaşması, Türkiye’nin iç barışını sağlama ve dışarıda etkinliğini artırma yolundaki adımlarının ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor.

Prof. Dr. Kemal İnat - Sakarya Üniversitesi

İki önemli Amerikan gazetesinde (Wall Street Journal ve Washington Post) ve bir İsrail haber sitesinde (JewishPress) MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında yazılan yazılar Türkiye’de çok tartışıldı ve bu haberlerin Türkiye’de fazla yankı uyandırması Türk-Amerikan ve Türk-İsrail ilişkilerine de yansımalarını beraberinde getirdi. Amerikan Büyükelçisi Francis J. Ricciardone, Amerikan gazetelerinde yer alan ifadelerin hükümetinin resmi görüşünü yansıtmadığının altını çizerken, “Onunla çalışmak benim için ayrıcalık ve keyif” dediği Hakan Fidan’ın “ülkesine sadık, yetenekli, yeterli ve kararlı bir üst düzey Türk bürokratı” olduğunu ifade etti. Ricciardone ayrıca “ulusal ve bölgesel güvenlik konularında istihbarat açısından Türkiye ile çok uyumlu çalıştıklarını ve bunun böyle devam edeceğini” de vurguladı.

Müttefik ihtilafı

Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf ise, “Hem Türkiye hem de İsrail, ABD’nin çok önemli müttefikleri ve dostları. Bunun ötesinde, basında yer alan bu şeyin nereden geldiğine dair bir tahmin oyunu bile oynamak istemiyorum” ifadeleriyle bu haberlerin Amerikan hükümetinin bilgisi dışında basında yer aldığını anlatmaya çalıştı.

İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yigal Palmor da aynı şekilde bu haberleri sızdıranların “Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı zorlaştırmayı amaçladığını” ileri sürerken, haberlerin “Hakan Fidan’dan çok İsrail’i hedef aldığını” ifade etmiştir. Buna karşılık Türkiye’de Başbakan Erdoğan “MİT Müsteşarımızla içeriden, dışarıdan uğraşanlar var. Memnun olduğumuz bürokratımıza, teknokratımıza kusura bakmasınlar sonuna kadar sahip çıkarız. Onun icazetini de birilerinden almayız” ifadeleriyle bu haberlere karşı çıkarken Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu da değişik açıklamalarla Hakan Fidan’a destek vermiştir.

Saldırının hedefi kim?

Yaşanan gelişmeleri bu şekilde kısaca ortaya koyduktan sonra arka plana ilişkin bazı soruların sorulması ve onların cevaplarının verilmesi gerekmektedir. İlk olarak sorulması gereken soru, bu haberlerle sadece Hakan Fidan mı yıpratılmaya çalışılmaktadır, yoksa asıl hedef Türkiye’nin son dönemdeki iç ve dış politikada atmış olduğu adımlar mı? Bu sorunun cevabını vermek çok zor değildir. Hakan Fidan’ın, Başbakan Erdoğan’ın en fazla güvendiği bürokratlar arasında yer alması ve son dönemde gerek dış politikanın istihbarat ayağının geliştirilmesinde ve gerekse PKK sorununun çözümünü amaçlayan görüşmelerde oynadığı rol göz önüne alınırsa, Hakan Fidan’a yöneltilen suçlamaların aslında AK Parti hükümetinin politikalarını yani Başbakan Erdoğan’ı hedef aldığı söylenebilir.

Hakan Fidan’a saldırıda bulunanlar, Türkiye’deki bazı yorumcuların ileri sürdüğü gibi Amerikan yönetiminin etkili bazı politik aktörleri mi, yoksa ABD’nin mevcut Türkiye politikasından memnun olmayan, bu politikayı sertleştirmeyi amaçlayan bazı kesimler mi?

Türkiye’nin, ilk aşamada etkili bir bölgesel güç ve sonrasında bir küresel aktör olmasının önündeki engelleri kaldırmak gayesiyle iç ve dış politikasında atmış olduğu adımlarda, kendi çıkarlarını öncelemesi sonucu başka bazı bölgesel ve küresel güçlerin çıkarlarını eskiden olduğu kadar dikkate almaması bu adımları atan siyasetçi ve bürokratları, kendi çıkarlarını tehdit altında gören bu bölgesel ve küresel güçlerin yıkıcı faaliyetlerinin hedefi haline getirmektedir. Bugün bu yıkıcı faaliyetlerin hedefi konumunda olan Hakan Fidan, tam da Türkiye’nin bu kendi çıkarlarını esas alan yeni iç ve dış politikasının sembol isimlerinden birisidir. Çünkü gerek iç gerekse dış politikanın milli çıkarlara hizmet edecek şekilde belirlenmesi ve yürütülmesi sürecinde Fidan’ın başında bulunduğu Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yeri çok önemlidir. MİT’i başka ülkelerin istihbarat teşkilatlarının etkisinden arındırmak suretiyle gerçekten “milli” bir karaktere büründürme konusunda çok önemli adımlar atan Hakan Fidan ve ona destek olan siyasi irade, Türkiye’de her türlü faaliyeti serbestçe yapmaya alışmış başka ülkelerin istihbarat örgütlerini ciddi şekilde rahatsız etmiştir.

Saldırı kimden geliyor?

Sorulması gerekli ikinci soru, açıkça Türkiye’nin yeni politika anlayışını hedef alan bu saldırının mimarı kim sorusudur. Bu saldırıda bulunanlar, Türkiye’deki bazı yorumcuların ileri sürdüğü gibi Amerikan yönetiminin etkili bazı politik aktörleri mi, yoksa ABD’nin mevcut Türkiye politikasından memnun olmayan, bu politikayı sertleştirmeyi amaçlayan bazı kesimler mi bu kampanyayı yürütüyor? Amerikan siyasal sistemi üzerine konuşulurken yapılan tespitlerin başında, lobilerin belki de başka hiçbir ülkede olmadığı kadar ABD’de siyasal karar süreci üzerinde etkin olduğu gerçeği gelmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında, başka birçok alanda olduğu gibi, Washington’un Türkiye’ye yönelik politikasının şekillenmesinde de etkili olmak isteyen lobilerin varlığının altını çizmek gerekir. Türkiye söz konusu olduğunda ilk akla gelen lobiler ise Ermeni ve Yahudi lobileridir. Ermeni lobisinin faaliyetleri ve etkinliği sadece Türkiye ile sınırlı iken, Yahudi lobisinin ABD’nin bütün Ortadoğu politikasını etkileyecek kadar güçlü olduğu tartışılmaz bir gerçektir ve bu lobinin etkisini analiz eden çok sayıda akademik eser yazılmıştır.

AK Parti hükümetinin İsrail’in bölgedeki saldırgan politikalarına karşı çıkan tavrı sonrasında Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerde yaşanan ciddi sorunların, İsrail’in Mavi Marmara saldırısı nedeniyle özür dilemesi sonrasında da giderilememesi ve Ankara’nın İsrail’e karşı sert politikasını sürdürmesi ABD’deki Yahudi lobisini AK Parti hükümetine karşı öfkelendirmektedir. Önceki Başkan G. W. Bush döneminde de, açık bir şekilde Türkiye’nin Ortadoğu politikasına karşı Washington’un sert politikalar izlemesini talep eden İsrail lobisi, kendisini rahatsız eden politikalar izleyen Erdoğan hükümetini açıkça hedef almaya başlamıştır.

Ancak Türkiye’nin son dönem Ortadoğu politikasından memnun olmayan sadece Yahudi lobisi değildir. Türkiye’nin askeri alanda, bir yandan ABD ve diğer Batılı ülkeler dışındaki devletlerle işbirliğine yönelmesi ve bir yandan da kendi askeri teknolojisini geliştirme konusundaki yoğun çabalarının da silah lobisi gibi bazı başka kesimleri rahatsız ettiğinden bahsetmek gerekir. Son günlerde çok konuşulan füze savunma sistemleri satın alınması konusunda Çin’den bir firmanın öne çıkması sonucunda Türkiye üzerinde kurulmaya çalışılan baskı göstermektedir ki, Amerikan silah sanayisi milyarlarca dolarlık ihaleleri kaybetme ihtimali söz konusu olduğunda siyaset üzerindeki bütün nüfuzunu kullanarak bu tür kararları etkilemeye çalışmaktadır.

Washington karar vermeli!

Yukarıda değinildiği gibi, lobiler Amerikan siyasal sisteminin bir parçasıdır ve bunlar Amerikan dış politikasını etkilemeye geçmişte olduğu gibi gelecekte de devam edeceklerdir. Yahudi lobisi, silah lobisi ve petrol lobisine mensup etkili kuruluşlar da ABD’nin Ortadoğu politikasının ve özelde de Türkiye politikasının şekillenmesinde etkin olma yollarını arayacaklardır. Ancak Amerikan devlet aklının, Türkiye gibi müttefikleriyle ilişkilerini şekillendirirken artık çok önemli kararlar vermesi gerekmektedir. Kendi ülkesindeki medya üzerinden, müttefiki olan Türkiye’nin istihbarat teşkilatı başkanına ve aslında hükümetine karşı bu türden yıkıcı faaliyetlerin yapılmasına sessiz kalmasının Ankara ile ilişkilerini çok zedeleyeceğini iyi bilmesi gerekiyor. NSA (ABD Ulusal Güvenlik Dairesi) skandalı çerçevesinde Avrupalı müttefikleriyle yaşadığı sorunlar da göz önünde bulundurulduğunda, ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerinde, onların egemenliklerine karşı gerekli hassasiyeti göstermeyen bir tutum içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu noktada ABD’nin Türkiye ile ilişkilerini, Almanya ve Fransa gibi diğer müttefikleriyle ilişkilerinden ayrıştırarak şu tespitin yapılması doğru olacaktır: 1990’lı yılların sonlarına kadar Türkiye’yi kendisinin askeri ve ekonomik desteği olmadan ayakta duramayacak bir müttefik ülke olarak gören Amerikan yönetiminin, Türkiye’nin 2000’li yıllarda özellikle ekonomik alanda yaşadığı ekonomik gelişmeyi görmezden gelerek, halen daha Ankara ile 2000 öncesindeki dengesiz karşılıklı bağımlılık ilişkisini sürdürmeye çalıştığı görülmektedir. Bu anlayış çerçevesinde, geçmişte olduğu gibi, istediği zaman Türkiye’nin dış politikasına müdahale edebileceğini, buna imkan verilmediği takdirde ise iç politikaya müdahale etmek suretiyle iktidar değişimine yol açabileceğini düşünmektedir.

Türkiye gibi müttefikleriyle her iki tarafın da kazandığı daha dengeli bir ilişki kurmasının kendi çıkarları açısından da daha doğru bir yol olduğunu düşünen Amerikalı politikacıların sayısı da az değildir. Ancak Hakan Fidan şahsında Türkiye’nin politikalarına ve dolayısıyla hükümetine yönelik bu son saldırı göstermektedir ki, Washington’da, kendi istedikleri politikalara ters davrandığı için Ankara’yı cezalandırmaya çalışan lobiler halen daha etkindir. ABD’yi, kendisi için ciddi kayıplara neden olan 2003 Irak Savaşı’na sokacak kadar güçlü olan bu lobiler, Amerikan yönetimini Türkiye’deki AK Parti iktidarına karşı da harekete geçirmeye çalışmaktadırlar. Bunu yaparken de, aynı Irak politikasında olduğu gibi, Türkiye’ye karşı yürütülecek bu düşmanca politikanın ABD’ye ne kadar zarar verebileceğini değil, sadece kendi çıkarları açısından ne gibi imkanlar doğuracağını düşünmektedirler.

Irak Savaşı’nda bu lobilere karşı koyamayan ve ülkesini felakete sürükleyen Amerikan siyasi aklının, Türkiye’ye karşı oluşturulmaya çalışılan bu düşmanca kampanyaya prim vermemesi hem ABD hem de Türkiye’nin çıkarları açısından en doğru davranış olacaktır. Ancak hala ekonomik, askeri ve diplomatik kapasitesi çok sınırlı olan eski Türkiye ile muhatap olduğunu zannederek, Türkiye’nin iç ve dış politikada kendi çıkarları ve ilkeleri doğrultusunda attığı adımları, bu adımları atan aktörler üzerinde yürütülen karalama kampanyalarına destek vermek suretiyle sorgulamaya ve engellemeye kalkışırsa bundan sadece Türkiye’nin değil kendisinin de zarar göreceğini bilmesi gerekir.

Türkiye yolundan şaşmamalı!

Ankara açısından bakıldığında ise, ABD’deki bazı lobilerin ya da bazı küresel ve bölgesel aktörlerin karşı çıkması nedeniyle kendi ilkeleri doğrultusundaki ve kendi çıkarlarını esas alan bir politika anlayışından vaz geçmek Türkiye’nin kendisi için belirlediği “dünyanın 10 büyük ekonomisi arasına girmek” veya “merkezi bir güç olmak” hedeflerine ters düşecektir. Aksine, sürekli olarak Türkiye’nin çıkarlarına aykırı politikalar peşinde olduğu bilinen bu kesimlerin suçlamalarıyla karşılaşması, Türkiye’nin iç barışını sağlama ve dışarıda etkinliğini artırma yolundaki adımlarının ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir.

kinat@sakarya.edu.tr

* Bu yazı 26 Ekim 2013 tarihinde Star Gazetesi "Açık Görüş" ekinde yayınlanmıştır.





Powered by proGEDIA