İran olayları: Arap isyanlarından dersler

Prof. Dr. Kemal İnat | Görüş & Analiz | 03 Ocak 2018, Çarşamba


İran olayları: Arap isyanlarından dersler
İran’da geçen perşembe günü Meşhed kentinde başlayıp kısa süre içerisinde ülkenin neredeyse tamamına yayılan protesto gösterileri dünya gündeminde önemli yer tutmaya devam ediyor. Halkın ekonomik talepleriyle başlayan gösteriler zamanla gençlerin rejim karşıtı eylemlerine dönüştü.
Kamu binalarına ve güvenlik güçlerine saldıran göstericiler İran’da 1979 devrimiyle kurulan "İslamcı" rejimin sembollerini, onun iç ve dış politikasını hedef alan sloganlar atıyorlar. Bu yönüyle gösterilerin 2009 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına itiraz eden Hatemi ve Musavi taraftarlarının protestolarından ciddi bir farkı var. 2009’da göstericiler rejime değil, muhafazakârların yönetim biçimine itiraz ediyorlardı, şimdiki göstericiler ise İran’daki Velayet-i Fakih sistemine dayalı teokratik rejimin yıkılmasına yönelik bir tavır içerisindeler.
İran’da göstericilerin beklentileri bu şekilde ekonomik taleplerden rejimin değişmesine doğru dönüşüm geçirirken, gösterilerin giderek büyümesi ülke dışında da birtakım beklentilerin oluşmasına neden oldu.
Trump’ın iktidara gelmesinin ardından Orta Doğu’daki bir numaralı önceliği İran olan ABD ve onu Tahran’a karşı harekete geçirmeye çalışan İsrail’de bu karışıklıkların İran’daki rejimin yıkılmasına ya da ülkenin iç savaşa sürüklenmesine yol açması yönünde beklentiler oluşturduğuna kuşku yok. Hatta Washington ve Tel Aviv yönetimlerinin, İran’da yaşanan gelişmeleri kenarda oturup seyretmek yerine bu beklentilerinin gerçekleşmesi yönünde ince müdahaleler yapacaklarını tahmin etmek de zor değil. Bu müdahaleleri, İran’da esen rüzgârın tersine dönmesine yol açmayacak şekilde kendilerini hissettirmeden yapacakları da açıktır.
Aslında ABD’nin Arap İsyanları sırasındaki tavrına bakmak, İran olayları konusunda nasıl bir yol izleyeceği konusunda fikir verecektir.
Tunus ve Mısır’da ekonomik gerekçeler ve özgürlük talebiyle halkın başlattığı isyanlar bu ülkelere demokrasi getirmemiş, ABD, İsrail ve bazı Avrupa devletlerinin müdahale ve manipülasyonlarıyla eski diktatörlükler farklı biçimlerde yeniden tesis edilmişlerdi. Batılı ülkeler, Arap coğrafyasında başlayan isyan dalgasını, uzun zamandır nüfuz edemedikleri Libya ve Suriye gibi ülkelere girmek için bir fırsata da dönüştürdüler. Suriye iç savaşı boyunca, hiçbir zaman hedefi bu ülkeye demokrasi getirmek olmayan ABD, geldiğimiz noktada PYD gibi bir terör örgütü üzerinden Suriye topraklarının dörtte birini kontrol eder hâle geldi.
Arap İsyanları sürecine demokrasi penceresinden bakmayan Amerikan yönetimi, İran’daki olaylara da bu gözle bakmıyor. Her ne kadar söylemlerinde demokrasiden bahsetse de, İran’daki gösterilerin ülkeyi bir iç savaşa sürüklemesi ve ülkedeki teokratik rejimin yıkılması Washington’un ve İsrail’in temel hedefi olacaktır. Zira ABD ve İsrail açısından bakıldığında, İran da Türkiye gibi, Orta Doğu’da kontrol altında tutulması gereken ülkelerden biridir. Bölgede sahip olduğu zengin enerji kaynakları ve köklü tarihiyle, sürekli sınırlandırılmaması durumunda küresel güç olmaya aday bir ülkedir.
ABD ve diğer Batılı ülkeler İran’a karşı uyguladıkları izolasyon ve yaptırım politikalarıyla günümüze kadar bu ülkeyi sınırlandırmayı başardılar da. Ancak bunda Tahran yönetiminin yanlış politikalarının payı da büyük oldu. Devrim sonrasında “devrim ihracı” politikalarıyla bölge ülkelerini tedirgin edip ABD ile daha sıkı ittifaka iten İran yönetimi, Arap İsyanları sürecinde de Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen’deki faaliyetleriyle “yayılmacı” bir algı oluşturdu. Bu algı hem Orta Doğu halklarının büyük kısmında ciddi bir İran karşıtlığı oluşmasına yol açtı hem de zaten Batılı ülkelerin yaptırımları altında ezilen İran ekonomisine altından kalkmakta zorlanacağı yükler getirdi.
Gösterilerin ekonomik sıkıntılar yüzünden tetiklendiği göz önünde bulundurulursa, İran yönetiminin yıllardan beri uyguladığı yanlış politikaların sonucuyla karşı karşıya olduğu söylenebilir. Uzun zamandır Batılı ülkelerin baskısı altında olan ve BM yaptırımlarına maruz kalan Tahran’ın, üzerindeki bu baskıyı hafifletmek için bölgesel aktörlerle iş birliği arayışında olması gerekirdi.
ABD ekseninde bir politika izleyen Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi bölge ülkeleriyle bu iş birliğini oluşturması zor olabilir, ancak kendisi gibi Batı’nın baskı politikalarına maruz kalan Türkiye ile iş birliği temelli bir ilişki kurmaya çalışması İran’ı şimdi yaşadığına benzer tehlikeler karşısında daha dirençli kılacaktır.




Powered by proGEDIA