Türk-İran İlişkileri -IV-: İdeoloji

Prof. Dr. Kemal İnat | Görüş & Analiz | 28 Ekim 2017, Cumartesi


Türk-İran İlişkileri -IV-: İdeoloji
Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin rasyonel bir seyir izlemesini engelleyen önemli faktörlerden biri ideolojik bakış açılarının dış politikaya yansımasıdır. Uluslararası İlişkiler bilimi, dış politikanın çıkarlara odaklanması gerektiğini ve karar vericilerin dış politikayı şekillendirirken ideolojik yaklaşımlardan uzak durmalarının doğru olacağını söyler. Uluslararası sistemin etkili devletleri de dış politikalarını şekillendirirken büyük ölçüde bu çerçevede davranırlar ve ülkelerinin çıkarlarını esas alan bir tavır içerisinde hareket ederler.
Avrupa ülkelerinin İran’a yönelik politikalarını bu “çıkar odaklı rasyonel dış politikanın” örnekleri olarak gösterebiliriz. Bu ülkenin “İslamcı” ideolojisi Almanya ve Fransa gibi ülkeleri rahatsız etmemiş, Tahran ile ekonomik ihtiyaçlarının gerektirdiği ilişkileri kurmaktan geri durmamışlardır. Ancak İran’ın nükleer çalışmalarının kendilerini tehdit ettiğini gördüklerinde bu ülkeye karşı ağır yaptırımlar uygulamaktan da imtina etmemişlerdir. Yani İran’a yönelik politikalarını ideolojik kaygılarından ziyade ekonomik, siyasi ve güvenlik çıkarları doğrultusunda şekillendirmişlerdir.
Peki, Avrupa devletleri İran’a karşı, ülkelerinin çıkarlarını esas alan, ideoloji ve lobilerin etkisinden uzak rasyonel bir politika izlerken Türk-İran ilişkilerinin şekillenmesinde ideolojinin etkisi hangi düzeyde olmuştur?
Her iki ülkede de, özellikle mezhepsel ve etnik farklılıkları ileri sürerek Türkiye ile İran arasında sağlıklı bir ilişki geliştirilemeyeceğine ve iki ülkenin birbirleriyle rekabet ve çatışma içerisinde olmasının kaçınılmaz olduğuna inananların sayısı az değildir. Türkiye’de, İran’ın mezhepsel bir yayılmacılık arayışında olduğu ve bir “Şii hilali” ile Türkiye’yi güneyden kuşatmaya çalıştığını ileri sürüp bu ülke ile ekonomi ve güvenlik alanlarında bir ortaklık kurmanın mümkün olamayacağını ileri sürenler olduğu gibi, İran’da da Türkiye’nin Şii karşıtı bir politika izlediğini ve İran’daki Azeriler üzerinde nüfuz kurarak bu ülkenin içişlerine müdahil olmaya çalıştığını düşünenler mevcuttur.
Her iki ülkede de, karşı ülkenin politikaları konusunda bu olumsuz algılara sahip olup gerçekten endişe duyanlar olduğu gibi, kendileri bu endişeye sahip olmasalar da karşılıklı olarak bu tür olumsuz algılar inşa etmeye çalışanların da varlığı söz konusudur. İki ülke halkları ve karar vericileri arasında olumsuz algı inşa etme çabasının aynı zamanda bazı dış aktörler tarafından da yürütüldüğünü ifade etmek gerekir. Zira Türkiye ile İran arasında kurulabilecek bir sıkı iş birliğinin “düzen kurucu” bir bölgesel iş birliği olacağı ve bölge dışı aktörlerin Orta Doğu’daki etkilerini ciddi oranda sınırlandıracağı muhakkaktır.
Bu durumda, her iki ülke yönetimlerinin Türk-İran ilişkilerini şekillendirirken ideolojik tavırlardan uzak durmaları, karşılıklı olarak oluşmuş olan olumsuz algıları ve ön yargıları ortadan kaldırmak için çalışmaları ve dışarıdan gelen olumsuz algı inşa etmeye yönelik çabalara kararlı bir şekilde karşı koymaları gerekiyor.
Bu konuda Tahran yönetimine daha çok iş düştüğünü de ifade etmek gerekir. Başta Cumhurbaşkanı Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif olmak üzere, İran hükûmetinde dış politikayı ideolojinin gölgesinden kurtarıp rasyonel düzleme çekmek isteyenlere karşı başta Devrim Muhafızları olmak üzere aşırı muhafazakâr kesimlerden ciddi bir muhalefet olması İran’ın Türkiye politikasının sağlıklı bir zeminde gelişmesinin önündeki en önemli engellerin başında geliyor.
Türkiye’de de İran konusunda olumsuz algıya sahip kesimler var mutlaka, ancak İran’da Türkiye konusunda ideolojik karşıtlığa sahip kesimlerin etkili makamlarda olmaları, iki ülke ilişkilerinin hem Türkiye hem de İran’ın faydasına olacak şekilde rasyonel bir düzleme çekilmesinde asıl görevin Tahran’da olduğunu gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Müslümanlar olarak üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında mezhepçilik fitnesi geliyor, ırkçılık fitnesi geliyor. Her zaman ifade ettiğim gibi benim dinim Sünnilik de değildir Şiilik de değildir, benim dinim İslâm’dır” şeklindeki sözleri her iki ülkenin dış politikalarını şekillendirirken referans alması gereken yaklaşımı yansıtıyor.




Powered by proGEDIA