“Lebensraum” politikası Almanya’nın kaderi mi?

Prof. Dr. Kemal İnat | Görüş & Analiz | 06 Eylül 2017, Çarşamba


“Lebensraum” politikası Almanya’nın kaderi mi?

Almanya seçimlerinde, Türkiye en büyük tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Adaylar, Ankara’ya karşı “en fazla yaptırım” ve “en sert politika” vaatleri konusunda kıyasıya bir yarış içerisindeler.
Yıllardır yürütülen Türkiye’ye karşı karalama kampanyası sonucunda halkta oluşan Türkiye karşıtı algının meyvelerini yeme telaşı içerisindeler.
Türkiye karşıtı vaatler seçim kampanyasına damga vuruyor:
“Ben iktidar olursam Türkiye’nin AB üyelik sürecini sonlandıracağım”
“Ben iktidar olursam Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulayacağım”
“Ben iktidarda kalırsam Türkiye’ye yönelik AB yardımlarını keseceğim”
“Ben iktidar olursam Türkiye ile mülteci anlaşmasını feshedeceğim”
“Ben iktidar olursam FETÖ’cüleri ve PKK’lıları kesinlikle Türkiye’ye teslim etmeyeceğim”
Peki, Almanya’nın Türkiye ile derdi ne?
Neden bu kadar Türkiye karşıtı bir hava oluştu bu ülkede?
Neden Almanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adını kendi cumhurbaşkanlarından çok biliyorlar?
Son dönemde Almanları öfkelendiren şeyin Türkiye’de tutuklanan Alman vatandaşları olduğu iddia ediliyor. Ancak bakıldığı zaman, Türkiye’de tutuklu Alman vatandaşlarının sayısı yaklaşık 50 kişi iken Almanya’da tutuklu olan Türk vatandaşlarının sayısının 3 binin üzerinde olduğu görülüyor. Her iki ülke hukuk sistemlerine göre, suç işleyen kişilerin yargı kararıyla yakalanması, gerekiyorsa tutuklanması ve yine gerekiyorsa hapis cezasına çarptırılması doğaldır.
Ancak Almanya’nın son dönemdeki tutumuna bakıldığında “Ben Türk vatandaşlarını istediğim gibi tutuklarım, fakat Türkiye benim vatandaşlarımı tutuklayamaz” şeklinde özetlenebilecek bir tavır içerisinde olduğu görülüyor. Kendileri 3 binden fazla Türk vatandaşını suç işledikleri gerekçesiyle Alman hapishanelerinde tutarken, bir kısmı aynı zamanda Türk vatandaşı olan çok daha az sayıdaki Alman vatandaşının Türkiye’de tutuklanması üzerine yaygara koparıyorlar.
Ankara’nın ancak baskıdan anladığını, siyasi ve ekonomik baskının artırılması durumunda Türkiye’nin geri adım atmak zorunda kalıp bu tutukluları serbest bırakmak zorunda kalacağını söyleyip duran çok sayıda siyasetçi var Almanya’da.
Özellikle de Cem Özdemir gibi Türkiye kökenli siyasetçiler…
Alman devletine sırtını dayayıp Türkiye siyasetini belirleyebileceklerini zannediyorlar.
Almanya’nın bu Türkiye karşıtı diaspora ile iş birliği içerisinde Ankara’ya yönelik baskı politikasını anlamak için ise bu devletin tarihten gelen bir hastalığına işaret etmek gerekiyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarındaki hezimetiyle birlikte Avrupa ve yakın çevresine yönelik hegemonya sevdasından vazgeçmek zorunda kalan Almanya, Soğuk Savaş sırasında ABD’nin gölgesinde ekonomik gücünü artırmakla meşgul olmuştu. Ancak Soğuk Savaş sonrasında iki Alman devletinin birleşmesi sonrasında Almanya’da yeniden “Grossmacht” (büyük güç) tartışmaları başladı. Bazı kesimler Almanya’nın ABD’nin siyasi ve askerî liderliği altında bir “ticaret devleti” olarak yoluna devam etmesini isterken, Avrupa’nın en kalabalık ulusu olan Almanların eski hegemonik güç politikasına (Machtpolitik) dönmesi gerektiğini söyleyenlerin sesi de giderek daha fazla çıkmaya başladı.
Avrupa’da yaşanan krizlerde Almanya’nın Fransa, İngiltere ve İtalya’dan ayrışarak daha çok öne çıkması ve AB içerisindeki belirleyici konumunu güçlendirmesi Berlin’deki eski hastalıkların nüksetmesi sonucunu doğurdu. Almanya’nın Avrupa’nın istikametini belirlemekle kalmayıp Türkiye gibi çevre ülkelerin siyasetinin çerçevesini de çizmesi gerektiğini düşünen nüfuz siyasetçilerinin sayısı her geçen gün arttı.
İşte bu yüzden Alman siyasetçiler, Türkiye’de yapılan 16 Nisan referandumuna karşı çıktılar. Polonya’nın yapmak istediği yargı reformuna itiraz ediyorlar ve Macaristan siyasetine müdahale ediyorlar. Bütün bu tavırları “Avrupa ve çevresindeki ülkeler bizim yörüngemizde kalmak zorundadırlar” anlayışının açık göstergesi olarak okunmalıdır.
“Lebensraum” (hayat sahası) siyaseti Hitler döneminin nüfuz politikasına verilen isim olduğu için Alman yöneticiler kendi siyasetlerinin bu şekilde isimlendirilmesinden çok rahatsız oluyorlar. Ancak Berlin’in, etrafındaki ülkelerin siyasetlerine bu şekilde doğrudan müdahaleleri ve baskıları, bir Grossmacht’ın Machtpolitik eksenli siyasetinden başka bir şey değildir.
Bu siyasetin hedefi olan ülkelerin “Lebensraum” ya da başka bir şekilde adlandırılmalarının ise hiçbir önemi yoktur.




Powered by proGEDIA