Türkiye kime güvenmeli?

Prof. Dr. Kemal İnat | Görüş & Analiz | 01 Mart 2017, Çarşamba


Türkiye kime güvenmeli?

Uluslararası ilişkiler teorilerinin çoğu küresel sistemin yapısını açıklarken “anarşi” kavramını vurgularlar. Anarşik uluslararası ortamda devletlerin en önemli amacı ise varlıklarını sürdürmek ve güvenliklerine yönelik tehditlere karşı hazırlıklı olmaktır.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta Doğu bölgesindeki siyasetin yapısına bakıldığında da bu anarşik durumun hâkim olduğu görülür. Arap Devrimleri olarak isimlendirilen sürece küresel aktörlerin müdahalesinin bölgedeki istikrarsızlık ve belirsizliği daha da arttırdığı kuşkusuz. Benzer şekilde Batı dünyasında artan yabancı düşmanlığının da dünya siyasetindeki istikrarsızlığı artıracağı ve bunun Orta Doğu’ya yansımasının da daha fazla anarşi şeklinde olacağı kesin görünüyor.
Orta Doğu ve dünyanın genelinde anarşi ve kaosun bu şekilde arttığı bir dönemde Türkiye kime güvenmeli?
Ülkemizin bölge içerisinde ve dışındaki birtakım aktörlerle kurduğu ittifak ve iş birliği ilişkileri ne kadar güvenilir?
Örneğin Suriye’ye dair güvenlik kaygılarımızı ortadan kaldırma konusunda yeni Amerikan yönetimine mi güvenmeliyiz yoksa Rusya’ya mı? Özgür Suriye Ordusuna ne kadar güvenebiliriz? Gerek Suriye konusunda gerekse diğer Orta Doğu sorunlarının birçoğunda iş birliği yaptığımız Katar ve Suudi Arabistan’a ne kadar güvenebiliriz?
Uluslararası ilişkilerin doğasındaki güç ve çıkar kavramları gösteriyor ki, bunların hiçbirine güvenemeyiz.
Güvenebileceğimiz tek şey Türkiye’nin kendi gücü ve istikrarıdır.
Kendi gücünü aşan sorunların üstesinden gelebilmek için başka ülkelerle geçici ittifak ve iş birliklerinin kurulması doğaldır. Bunu dünyanın en güçlü ülkesi olan ABD bile yapmak zorunda. Washington’un Atlantik ve Pasifik’te kurduğu ittifak ağları, aslında onun gücünün de sınırlı olduğunu gösteriyor. Bu yüzden ABD ile karşılaştırıldığında çok daha az güce sahip olan Türkiye’nin de, başta güvenlik alanı olmak üzere, bütün konulardaki çıkarlarını koruyabilmek için başka devletlerle ya da devlet dışı aktörlerle ittifak ve iş birliği arayışında olması gerekiyor. Ancak bu iş birliklerinin “geçici” olduğunu da hiç unutmamamız gerekiyor. Bugün kendi çıkarları doğrultusunda Ankara ile ortak hareket eden ülkelerin, yarın çıkar algıları değiştiğinde çok kolay bir şekilde karşı tarafa geçebileceği ve Türkiye’ye zarar verecek politikalar izleyebileceği ihtimali hep akılda tutulmalıdır. Orta Doğu bu tür risklerin örnekleriyle doludur.
Bu durumda yapılması gereken, bir taraftan zamanın gereklerine uygun yeni ittifak ve iş birliklerinin yollarını ararken, bir yandan da kendi gücünü artırmaktır. Türkiye kendi gücünü artırma konusunda son dönemde çok ciddi aşamalar kaydetti. Ancak ABD, Rusya, Almanya, Çin ve İngiltere gibi küresel güçlerle karşılaştırıldığında hâlen daha önemli eksikliklerimiz olduğu bir gerçek. Bu ülkelerle arasındaki açığı kapatmak için Türkiye’nin daha fazla çaba sarf etmesi gerektiği de açık bir gerçektir.
Ancak 15 Temmuz darbe girişimi karşısında şahit olduğumuz halkın direnişi bir başka gerçeği de açık şekilde gösterdi: Türkiye’nin dışarıdan veya içeriden gelen bütün saldırılara karşı güvenebileceği asıl unsur halkıdır. Daha önceki darbe girişimlerinden farklı olarak, halkın seçilmiş hükûmete sahip çıkması ve kökü dışarıda olan darbecilere kararlı bir şekilde karşı koyması, halk desteğinin diğer bütün güç unsurlarından daha değerli olduğunu ispatladı.
Halkın bu desteği olmasaydı, sahip olunan askerî ve ekonomik güç ya da müttefiklerin sayısı 15 Temmuz benzeri bir dış destekli kalkışmayı başarılı bir şekilde püskürtmeye yetmeyecekti.
O yüzden Türkiye, her şeyden önce halkına güvenmeli.
İktidarı ve muhalefetiyle yöneticilerimiz halkın desteğini kazanmak ve bu desteği artırmak için ellerinden geleni yapmalılar. Halktan başka mercilerde destek arayanlar geçici olarak bu desteğe sahip olsalar da, en sonunda kaybetmeye mahkûmdurlar.
Halkın desteğine sahip olmanın yolu güvenine sahip olmaktan, güvenine sahip olmanın yolu ise haktan sapmamaktan geçiyor.
Yani özet olarak, istikrarsızlığın her geçen gün arttığı uluslararası sistemde Türkiye’nin maruz kalacağı bütün tehditlere karşı doğru ittifak ve iş birliği tercihlerini yapması, ekonomik, askerî ve diplomatik gücünü artırması ve hepsinden önemlisi “halktan” ve “haktan” şaşmaması gerekiyor.




Powered by proGEDIA