AK Parti’nin Medeniyet Söylemi ve Üç Hesaplaşma

Seminerler | 05 Şubat 2013, Salı | 1947 Okunma


AK Parti’nin Medeniyet Söylemi ve Üç Hesaplaşma

Burhanettin DURAN

Değerlendirme: Melike ARIK – Gökhan DEMİREL

Bilgi Kültür Merkezi’nde geçen hafta, merkezin kurulmasında büyük katkıları olan Sayın Burhanettin Duran’ı konuk ettik. Kendisi bizlere AK Parti’nin medeniyet söylemi, bunun iç ve dış politikada nasıl kullanıldığı, hangi işlemi gördüğü, ne gibi faydalarürettiği ve ne gibi sorunları olduğu ayrıca AK Parti’nin iktidara geldiğinden bu yana içerisinde olduğu üç mücadeleden bahsetti.

AK Parti’nin 10. Yılı üzerine birçok yerde bununla ilgili yayın yapıldığını görmekteyiz Bunların aslında biraz da Erdoğan’ın AK Parti’nin 4. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşması üzerine başladığının tespitini yapıyor, Duran. Tayyip Erdoğan o konuşmada bir vizyon çizmeye çalışmış, ‘Büyük millet- Büyük devlet’ gibi söylemlerde bulunmuştur. Bu açıklamayı kimisi ‘Yeni bir İslam sentezi mi doğuyor ya da yeni bit milliyetçilik mi doğuyor? Şeklinde yorumladı. Hatta bunu din ile siyaset ilişkisinin normalleştiği şeklinde yorumlayanlardahi oldu.

Tayyip Erdoğan’nın Gazze bombardımanı devam ederken, Mısır’da ve Türkiye’de bir takım açıklamalar yaptığını, bu ikisini beraber değerlendirdiğimizde İsrail’e bir gün bunun hesabının sorulacağını, 100 yıllık sükûnetin yanlış anlaşılmaması gerektiğini; İKÖ ve Arap Ligini eleştirerek bir İslami dayanışma fikrini ilk kez bu kadar net bir şekilde dile getirdiğini görmekteyiz. Duran, aslında bize bu yönelimin yeni olmadığını, bazen adının konmuş bazen konmamış kavramlarla karşımıza çıktığını söylüyor. Örnek olarak da Erdoğan’nın son dönemde kullandığı ‘elimizle, dilimizle ya da kalbimizle’ şeklindeki, altı İslam tarihi açısından dolu dolu bir kavramı işaret eden hadisi kullanmasını veriyor. Erdoğan bu tür referansları bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak açıklamalarında kullanıyor.

Peki bütün bunların anlamlandırmasını nasıl yapabiliriz?

Aslında çok basit. Eğer ABD’de İsrail Lobisi’ne yakın biriyseniz bunu rahatlıkla; Türkiye İslamcı bir yönelime girdi, eğer durdurulmazsa yakın bir zaman içerisinde ABD’ye bunun zararı olacaktır ve hatta Türkiye’yi kaybetmek dahi mevzu bahis olabilir şeklinde analiz edebilirsiniz. Türkiye’nin içinde de buna benzer yorumlar yapıldığını görmekteyiz.

Türk modeli başkanlık sisteminin tartışmaya açıldığı, Tayyip Erdoğan’ın gelecek seçimlerde cumhurbaşkanı olmasının beklendiği bir dönemde biz bunları nasıl anlayabiliriz?

Burhanettin Duran işte burada son 10 yıldır Türkiye birbiriyle iç içe geçmiş üç hesaplaşmayı aynı anda yürütmeye çalıştığını söylüyor. Eğer hatırlayacak olursak 2002’de iktidara gelen, 2004-2004’de AB ile önce müzakere tarihi alıp sonra müzakerelere başlayan, 2007’de cumhurbaşkanlığı krizi yaşayan, 2008’de kapatılmak üzere olan; kapatılmayan ama laiklik karşıtlığı Anayasa Mahkemesince onaylanan, 2010’de referandumda kendini rahatlatan sonra da iktidar temerküzünü sağlayan, yani ancak son iki yıldır iktidar temerküzü sağlamış bir partidir AKP.

Duran’ın bahsettiği üç hesaplaşmadan ilki; partinin kurucularının büyük kısmının içinden geldiği Milli Görüş ile olan hesaplaşmadır. Bu hesaplaşma, AKP İslami düzen arayışını, 3. dünya İslamcılığını terk ettiği, Milli Görüş ve Erbakan çizgisinden çıktığı iddiaları üzerine yapılıyordu. Son kongre konuşmasında Erdoğan, Erbakan’ı da aslında gecikmeli olarak, kendi kökleri arasından sayarak yeni bir aşamaya gelmiş oldu.

İkinci Hesaplaşma;

Cumhuriyet Dönemini şekillendiren Kemalizm ile olan hesaplaşmasıdır. AK Parti restorasyonla yeniden inşa arasında bir yerdedir bu konuda. Böyle bir çelişki içerisinde bu süreç devam ediyor. Ak Parti iktidara geldiğinde, Kemalizm’le hesaplaşmanın ilk ayağında Avrupa Birliği vardı. AK Parti bu fırsattan istifade etti. Kemalist elitlerin hegemonyası önemli ölçüde kırıldığını, yalnız Kemalizm’le olan hesaplaşmada AK Parti’nin gittikçe bu lüksünü kaybettiğini görüyoruz: şimdi öteki olarak Kemalizm silikleşti buradan yararlanmak güçleşti.

Son hesaplaşma ise; I. Dünya Savaşı ile şekillenen ve Arap Baharı ile büyük ölçüde dönüşüme uğrayan bölgesel düzendir AK Parti iktidarı 2002-2010 arası Türkiye çevre ülkelerle ekonomik entegrasyonunda sürekli adımlar attı ama düzeni sorguladığı bir dönem değildi. Bu yüzden Türkiye Suriye’deki olaylara hazırlıksız yakalandı. Arap Baharı ise bu hesaplaşmayı kaçınılmaz kıldı.

Türkiye Ortadoğu’da yeni meydan okumalarla yüz yüze kalabilir:

  • Suriye örneğinde olduğu gibi, Arap Baharından en fazla istifade eden İslami hareketlerin radikalleşerek bunların mezhep çatışmasına dönme ihtimalinin olması
  • 4 ülkedeki varlığıyla hem ulus ötesi hem ulusal problem olan Kürt Sorunu.
  • Nüfuz mücadelelerinin yönelimi sorunu, şuan için bir sorun yok ama bu olmayacağı anlamına gelmiyor.
  • İsrail’in saldırgan politikalar yürütmesi, ABD’nin desteği ve bunun bölgeye yansımaları.

Ak Parti’nin bu üçüyle aynı anda ve birbirini etkileyecek şekilde hesaplaşma ile karşı karşıya olduğunu ve adına muhafazakâr demokrasi denilen ama çok da sık telaffuz edilmeyen, yani en baştan AKP’nin İslam Medeniyeti perspektifi diyebileceğimiz bir çerçevenin olduğunu ve bunun da Osmanlı-Türk modernleşmesinin bütün alternatif okumalarının; bunla Osmanlıcı, batıcı, İslamcı, milliyetçi ögelerinin yeniden harmanlayan bir sentezleme içinde olduğunu söyleyebiliriz.

AK Parti sentezlemenin dönemin ruhuna uygun, bir diğerini terk etmeden aynı anda kullanıyor. Bunu yapabilmesinin ise iki sebebi var:

  1. Medeniyet söyleminin aslında özellikle İslamcılık tarafından çok istenmiş muğlâk bir çerçeve olarak çok kullanışlı olması,
  2. Bunun içerisindeki çelişkileri, güçlü bir liderlik tarafından kullanıldığından kaynaklanmaktadır.

Örneğin Çiller; koalisyon başbakanı iken Başkanlık modeli ile ilgili bir şey söylediğinde bir sene sonra daha “şahin” bir yere savrulunca, vatandaş bunu tutarsızlık olarak görmekteydi. Aynı şekilde Erdoğan davrandığı halde bir o kadar göze batmamaktadır.

AK Parti, 2002-2006 AB sürecinde bu medeniyet söylemlerini yumuşak şekilde kullanmıştır. Bugün bu medeniyet söylemini mezhep çatışmalarının önüne geçmek için kullandığını söylüyor. Veya ana metaforlarından olan şehir’i kullanırken Bağdat –Kudüs ve Kahire’nin kaderlerine benzer olduğunun altını çizip ümmetçiliğe vurgu yapmaktadır. Şehitlikleri gezerken de Osmanlıcı ve İslamcı ögeleri bir arada kullanabilmektedir.

Milli görüşle olan hesaplaşma da seçmece bir şekilde milli görüşün ögeleri alınarak bunların batı karşıtı yönlerinin törpülenerek içselleştirildiğini görüyoruz. Ancak uluslararası düzenin eleştirilmesi bağlamında BM’nin özellikle Filistin Sorunu’nda sessiz kalması, soft bir batı karşıtlığını işaret ediyor.

Sonuç olarak Duran; AK Parti’nin yeni bir Türkiye iddiasından bahsediyor. Ama bunun altının doldurulmamış olmasını eleştiriyor. Yeni bir anayasanın olmaması, herkesi kapsayan bir vatandaşlık tanımının olmaması, ortak bir siyasal kimliğin yokluğu… Ümit verici bazı şeyler de var fakat bu adı geçen zafiyetler ve Kürt sorunu çözümünde hala alınması gereken çok yol var. Bu eksiklerin liderin güçlü kişiliği, söylemleri ve retoriği ile örtülmüş durumda olduğunun tespitini yapıyor.





Powered by proGEDIA