Harap Olan Ülke: Suriye

Ahmet BİÇER | Görüş & Analiz | 13 Aralık 2012, Perşembe


Harap Olan Ülke: Suriye

Ahmet Biçer[i]

Arap Bahar’ını yaşayan Tunus’un ardından Libya’nın ve Mısır’ın girdiği sürece giren Suriye’de halk isyanlarının başlamasının üzerinden iki seneye yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, halkın isteklerinin yerine getirilmesi gerekirken durum her geçen gün daha vahim bir hal almıştır. Bugün itibarıyla ülkedeki durum gerek Esed rejimi gerekse muhalifler için geri dönülmez bir noktaya gelmiştir.Özgürlük taleplerinin gerçekleşmesini isteyen halk Esed rejiminin gitmesinden başka bir seçeneğe razı olmazken, Esed’in de iktidarını korumak için her türlü yola başvurması son rakamlara göre 70 bini aşkın insanın hayatını kaybetmesiylesonuçlanmıştır.

Suriye’de olayların başladığı ilk dönemde Türkiye, Esed yönetimine reform yapması yönünde tavsiyelerde bulunmuş fakat otoriter Baas rejiminin tavır değiştirmediğini anladıktan sonra uluslararası kuruluşların konuyla daha ilgili olması için çabalara yoğunluk vermiştir. Bu politikasının yanı sıra Türkiye Suriye muhalefetinin örgütlenmesine de destek vererek bölgesel barışı ve istikrarı sağlamak için diğer bölge ülkeleriyle işbirliğine girişmiştir. Öte yandan sorun her geçen gün daha da derinleşmekte ve Suriye halkı, ekonomisi, tarihi, altyapısının zarar gördüğü bir süreçte çözüm her zamankinden daha elzem hale gelmektedir. Yaşananlar telafisi zor durumlara ve istikrarı sağlamanın her geçen gün zorlaşmasına sebep olmaktadır. Üstelik güvenlik arayışı içindeki Suriye halkı evlerinden, köylerinden, kasabalarından göç etmektedirler. Bu bağlamda Ocak 2013 ayı itibarıyla 171.000’i Ürdün, 163.000’i Türkiye, 159.000’i Lübnan, 77.000’i Irak ve 14.000’i Mısır olmak üzere toplamda 600 bine yakın Suriyeli mülteci evlerini terk ederek komşu ülkelere sığınmıştır ve kamplarda yaşamaktadır.[1]

Yaşanan insani dramın engellenmesi için her ne kadar Türkiye ve AB’nin yoğun çabaları olsa da Suriye sorunu ortak hareket etmeyi gerektiren bölgesel hatta daha geniş boyutlu bir sorun halini almıştır. Bölgesel barış ve güvenlik tehdit altındadır. Bu sebeple Suriye konusunda ortak bir tavır belirlenmesi, bölgesel inisiyatifin alınması ve uluslararası camianın olaylara zamanında müdahale etmesi zorunluluk haline gelmiştir. Lakin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu konuda BM’yi hayli eleştirmektedir. 2-3 Şubat 2013 tarihinde 49. Uluslararası Münih Güvenlik Konferansına katılan Davutoğlu burada Suriye’de yaşanan sıkıntıların BM için bir sınav olduğunu, BM’nin bu sınavı başarıp başaramayacağının zamanla görüleceğini kaydetmiştir. Nitekim baktığımızda BM ve Arap Birliği özel temsilcisi olarak önce Kofi Annan iş başına getirildi. Annan Mart ayında BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi olarak Şam’da Beşar Esed’le doğrudan görüşmelerde bulunmuş fakat uluslararası kamuoyunda diplomatik çözüm konusunda iyimser hava oluşmamıştır ve nitekim olumlu bir sonuç da alınamamıştır. Ayrıca çatışmaların sürmesinin yanı sıra yaşanan mülteci göçü Türkiye ile Suriye arasında silahlı çatışma konusunu da gündeme getirmiştir. Arap Birliği ise her ne kadar rejimin halkına karşı orantısız güç kullanmaktan ötürü kınayarak halkın özgürlük taleplerini haklı bulmuşsa da bölgenin içine girdiği karışıklık, Mısır’daki siyasi belirsizlik ve NATO’nun Libya operasyonu ilk aylarda Arap ülkelerinin dikkatlerini Suriye’deki gelişmelerden uzak tutmuş öte yandan Arap Birliğinde ciddi bir nüfuzu olan Körfez ülkelerinin Bahreyn, Yemen ve Suudi Arabistan’da patlak veren gösteriler nedeniyle Suriye’ye yönelik somut adım atmak istememeleri de Birliğin Suriye konusunda etkili bir girişimde bulunmasını engellemiştir.[2] Ayrıca Annan Nisan ayında Yayladağ ilçesindeki çadır kenti ziyareti sonunda yaptığı açıklamada Suriye’deki askeri faaliyetlerde azalma beklerken, aksine artış olduğunu belirtmiştir. Ve “Suriye için Barış planı cehenneme gidiyor” ifadesi yapılmıştır. Geçtiğimiz ağustos ayı içerisinde Annan yerini El Ahdar el İbrahimi’ye bırakmak zorunda kaldı ise de durum pek değişmedi. Durumun aciliyetini ve önemini Konsey üyelerine anlatmaya çalıştığını dile getiren İbrahimi, geçtiğimiz hafta “Suriye her geçen dakika harap oluyor. Bölge son derece kötü bir duruma sürükleniyor. Bu sorun bütün dünyayı ilgilendiriyor. Güvenlik Konseyi’nin ‘biz Suriye konusunda anlaşamıyoruz’ diyerek zaman geçirme lüksü yok” diye konuştu.[3]

Sorunun Bölgenin Barış ve Güvenliğine Etkisi

Bu kapsamda baktığımızda çözümü için bölgesel ve küresel düzeyde işbirliğini gerektiren tüm bu olayların devam etmesi bölgesel barışı ve güvenliği tehdit edecektir. Çünkü sorun bölge ülkelerinin birbirleriyle ve küresel aktörlerle olan ilişkilerini etkilemektedir. Örneğin Rusya’nın Suriye’ye desteği Esed’ın devrilmesini isteyen Türkiye ve Mısır ile gerilime sebep olacak bir nitelik arz etmektedir. Bunun yanısıra Türkiye’nin geçtiğimiz aylarda İran ile ilişkilerinin gerilmesinin nedeni gene Suriye meselesi olmuştur. İran ile ilişkilerinin normalleşmesini isteyen bir diğer ülke de Mısırdır. 7 Şubat 2013 tarihinde İran, Mısır ve Türkiye arasında Suriye özelinde yapılacak görüşme öncesi Mısır Cumhurbaşkanı sözcüsü Yasir Ali, İran ile ilişkilerin normalleşmesi için Suriye krizinin sona ermesi gerektiğini söyledi.[4]

Bunların yanısıra Suriye, Ortadoğu bölgesinde jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemli bir konumdadır. Bu önemine ek olarak, Esed yönetiminin İran’ın müttefiki olması ve ülkenin sosyal yapısındaki etnik-dini çeşitlilik Esed sonrası ülkedeki durumun nasıl bir mecrada seyredeceği yönünde de kaygı uyandırmaktadır. Suriye’deki gelişmeler bölge ülkeleri tarafından dikkatli bir şekilde takip edilmektedir. Nitekim Suriye’nin siyasi ve toplumsal yapısı gereği bu sorun başta Türkiye olmak üzere İran, Irak, Ürdün, Lübnan ve diğer Arap ülkelerinin iç meselesi olarak görülebilir.[5] Çünkü ilk başta bu ülkelere göç eden Suriyelilerin iç savaşın devam etmesi sonucunda bu ülkelerde ekonomik ve toplumsal sorunlara neden olacağı ihtimali bölge ülkeleri için bir sorun teşkil edecektir.

Bir diğer ihtimal bölgede bir bölünme ve kutuplaşma ihtimalidir. Fakat Şii İran ile Sünni bloğun oluşacağı kutuplaşma ihtimali yapılan son üçlü ( Mısır, İran ve Türkiye ) veya Suudi Arabistan’ın da katılımı ile dörtlü görüşme bu ihtimalin gerçekleşmesini azaltmış görünmekte ve bölgesel bir fikir birliğine gidileceğinin sinyalini vermiştir. Bu sebeple bu ihtimal yeni gelişmeler ışığında tekrardan düşünebilir. Fakat Batılı ülkelerin aktif müdahalede bulunmalarından çok bekle-gör taktiği izlemeleri bölge ülkeleriyle farklı ilişkileri geliştirmelerine ve Suriye üzerinde etkinlik mücadelesine girmeleri bölge dışı ülkelerin söz konusu sahada rolünü arttırabilir. 3 Ağustos’ta da Rusya BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’yi kınayan açıklamalarına da destek vermişti. Rusya Şam’a verdiği destekte bir taraftan kendini uluslararası arenada yalnız bırakmayan politikaları sürdürürken, diğer yandan da güvenlik endeksli dış politika önceliklerinde Suriye’de kendisinin askeri/stratejik konumunu korumaya devam etmektedir. Nitekim BM Güvenlik Konseyi diğer daimi üyesi Çin ve geçici üyelerinden Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika da Suriye için şu anda Rusya ile aynı pozisyonda yer almaktadır. Nihayet, gerek uluslararası aktörlerin BM ve NATO’da, gerekse de İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği gibi örgütlerin kendi içinde bir fikir birliğine varamamaları durumunda ve Türkiye ve İran gibi bölgedeki önemli güçlerin tutumları farklılık içerdiği müddetçe hem Rusya Şam politikalarını devam ettirecektir[6]hem de bölgesel barış ve güvenlik tehdit altında kalacaktır.

Sonuç olarak, iki yıla yakın bir zamandır devam eden bu sorunun son bulmasının temel şartı Suriye’de şiddetin son bulmasıdır. Bunu sağlayacak olan da öncelikle Suriye’de ülke içi uzlaşıyı ve birlikteliği sağlayacak yapının oluşturulmasıdır. Bu birliktelik uygun şartlar sağlandığı müddetçe Esed rejimi ile de beraber olabilir. Nitekim böyle bir uzlaşma sağlanmadığı müddetçe kan dökülmeye devam edilecektir. Bu durumdan ziyadesiyle zarara uğrayacak olan da Suriye halkı olacaktır. İkinci olarak şunu söyleyebiliriz ki: tedrici olarak halkın taleplerinin gerçekleştirilmesidir. Çünkü bu bir önceki şartın sağlanmasının da temelini oluşturacak bir durumdur. Ve önemli olan bir diğer unsur tüm bu yapılmak istenenlerin dışarıdan müdahale edilmeksizin yapılması gereğidir yoksa Suriye “Bahar”ını yaşamadan kaybetmek durumunda kalacaktır. Fakat uluslararası arenanın etki ve yetki sahibi ülke, kurum ve kuruluşları özellikle Suriye’nin altyapı ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi kısmında üzerlerine düşen görevi yerine getirmelidirler.


[1] Oytun Orhan, ORSAM Dış Politika Analizleri, 31 Ocak 2013

[2] SETA arap birliğinin suriye politikası raporu

[3] Anadolu Ajansı haber gündemi, İbrahimi’den ”harekete geçin” çağrısı, 30 Ocak 2013

[4] Cihan Haber Ajansı, 06.02.2013

[5] Ali Semin, Suriye’de Bölgesel ve Küresel Güç Mücadelesi, BİLGESAM Analiz, 10 Mayıs 2012

[6] Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi, Rusya’nın Suriye Denklemindeki Yeri: İkili ve Bölgesel Çıkarlar

Ahmet Biçer


[i] Sakarya Üni. Uluslararası İlişkiler Y.Lisans öğrencisi





Powered by proGEDIA