İsrail Seçim Sonuçları ve Etkileri

Yavuz ÖZALP | Görüş & Analiz | 13 Aralık 2012, Perşembe


İsrail Seçim Sonuçları ve Etkileri

Yavuz ÖZALP

İsrail genel seçimleri 22 Ocak 2013 günü yapıldı ve beklenildiği gibi Başbakan Benyamin Netanyahu’nun sağcı Likud Partisi ve Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman’ın aşırı sağcı Evimiz İsrail Partisi’nin oluşturduğu koalisyon ortaklığı tekrar göreve geldi. İsrail seçimlerinde %2’lik temsili baraj sistemi uygulanmakta ve bu durum İsrail meclisi Knesset’te onlarca partinin temsil edilmesinive hükümetlerin sadece koalisyon ortaklığı ile kurulmasını sağlamaktadır. Önce ki dönemde takip ettikleri politikalarıdikkate alındığında bu sağcı ve aşırı sağcı iki partinin tekrar iş başına gelmesi iki devletli bir çözümün halen uzak olduğunu ve İsrail halkının güvenlik endişeleriyle sağcı partilere oy verdiğini söyleyebiliriz. İsrail halkının %60-65’likkesimin 2 devletli çözüme olumlu baktığını ve artık güvenle yaşamak istediklerini ve bazı kesiminde İsrail’den gitmek istediğini bazı araştırmalar ortaya koyuyor. Yerleşik halkın güvenlik endişeleri olduğundan bu durum İsrail’de sağcı partilerin önce korku yaratarak sonra çözüm sunar gibi güvenlikle ilgili propagandalarını artırmakta sol ve diğer partilerin makul tavırlarının yanında tekrar iş başına gelmelerini kolaylaştırmaktadır. 2012 yılında İsrail’de çokça yapılan “ekonomik” nedenli kitlesel protesto gösterileri muhalefetteki partileri etkilemiş ve propaganda malzemesi olarak ekonomiyi kullanmalarına yol açmış fakat böyle bir coğrafyada hele ki gırtlağına kadar güvenlik paranoyası içinde olan bir toplum için bunun çok ta etkili olmadığı seçim sonuçlarından görülmüştür.

İsrail’in savaşlarına baktığımızda saldırgan tutumlarının dayandığı temelleri görebiliriz. İstihbarat raporları sayesinde ’48 ve ’67 savaşına hazırlıklı ve bir o kadar güçlü girmişti İsrail. Bu savaşlardan zaferle çıkması İsrail istihbarat Servisi MOSSAD’ı ve Hükümeti rehavete sokmuş ve Arapların tekrar cesaretini toplayıp bir daha saldıramayacaklarını düşünmüşlerdi. 1970 yılında Nasır’ın yerine gelen Enver Sedat’ın açıkça topraklarını kurtaracaklarını ve İsrail’i haritadan sileceklerini söylemesi bile İsrail’in bu rehavetten kurtaramadı. Nitekim 6 Ekim 1973 yılında Avrupa MOSSAD bürosundan kriptolu mesajla gelen “savaş yakın” istihbaratı bile derinlemesine dikkate alınmamıştı. Yom Kippur Bayramı (Yahudilerce hiçbir modern aletin kullanılmadığı ve en laik Yahudi’nin bile tatil yaptığı gün) günü Mısır ve Suriye orduları işgal altındaki topraklarını kurtarmak için saldırıya geçtiler. İsrail Yom Kippur savaşından sonra kendine geldi ve o günden itibaren kuşatılmışlık hissi ve yok edilecekleri paranoyasından günümüze kadar kurutulamayıp daha da saldırgan bir hal aldılar. Öyle ki Yom Kippur savaşı sonrası Enver Sedat’ın gerçekten barış çabalarını dahi uzun bir süre inandırıcı bulmadılar ve onlarca MOSSAD ajanı ve gözlemci Mısır’da halk ve devleti incelediler ve 1979 yılında Camp David antlaşması imzalandı.

İsrail’de hali hazırda zaten var olan kuşatılmışlık hissi ve denize dökülme korkusu Arap baharı ile birlikte daha da artmıştır. Ortadoğu’da halk hareketlerinin sonucunda İslamcı partilerin yükselişi Özellikle Hüsnü Mübarek’in devrilmesi ve Mısır’da Müslüman Kardeşlerin yükselişe geçmesi ve Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’nin 1979 yılında imzalanan ve halen yürürlükte olan İsrail’in tanınmasını öngören Camp David antlaşmasını askıya alma tehditleri devlet ve halk nazarında güvenlik endişesi oluşturmaya başlamıştır. Sağ ve aşırı sağ partilerin bu sorunları çözme vaatleri ve neredeyse her seçim öncesi Gazze’ye düzenlenen saldırılar güvenlik sorununu çözme yönünde seçim propagandası olarak kullanılmıştır. “Güvenlik” kavramının Yahudi toplumu içim “hayatta kalmak” anlamına geldiğini çok iyi bilen koalisyon ortaklarından Netanyahu-Liberman ikilisi, kanlı bir Gazze saldırısıyla Yahudi seçmenine net bir mesaj verdiler. Söz konusu saldırıyla Yahudi toplumuna “sizin garantiniz biziz, sizi ancak biz koruruz” dediler. Arap Bahar’ının bölgeye getirmiş olduğu belirsizlik ve Gazze’ye yapılan saldırılar Netanyahu-Liberman ikilisi başta olmak üzere aşırı sağcı/dinci siyasilerin İsrail siyasetindeki etkisini artırdığı en azından canlı tutuğu söylenebilir.[1] Buradan anlıyoruz ki yeni dönemde İsrail politikalarında barışçıl ya da daha makul bir tavız beklemek fazlasıyla iyimserlik olacaktır.

İsrail’de aşırı sağcıların ve milliyetçilerin güçlenmesi Ortadoğu, Türkiye ve ABD açısından belli güçlükler doğuracaktır. İsrail daha şahin bakış açısıyla saldırgan tavırlarını artıracak Ortadoğu’da her zamankinden daha fazla huzursuzluk nedeni olacaktır. ABD açısından İsrail’in İran politikası, saldırgan tutumları ve ABD’nin bölgede ki en iyi müttefiki olan Türkiye ile iyiden iyiye gerilen ilişkileri ve Türkiye’nin kararlı tutum sergileyip şartlarının yerine getirilmesini istemesi ABD’yi kısmen zora sokmaktadır. Çünkü bölgedeki iki müttefiki arasında ki diplomatik ve askeri ilişkilerin neredeyse tamamen bitmesi ikisi arasında seçim yapmadan bir denge politikası gütmesini gerektirecek. Bir tarafı küstürmesi ABD’yi bölge politikaları açısından daha fazla uğraşa sokacaktır.

Aslında İsrail’in Ortadoğu ve Türkiye ile gerilmiş olan ilişkilerinin temelinde halen günümüzde devam eden yaklaşık 100 yıllık Filistin sorunu yatmaktadır. Türkiye’de 2002 genel seçimlerinde muhafazakâr demokrat olan AK Partinin göreve gelmesi ve ilerleyen dönemlerde İsrail ve Suriye arasında ki barış görüşmelerine aracılık etmesi, Filistin sorununa Türkiye’nin neredeyse hiç alışık olunmadığı şekilde ilgi göstermesi Türkiye’nin yeni vizyonu açısından önemliydi. Gene aynı dönemde merkez parti olan ve daha ılımlı ve çözüme dönük söylemleriyle bilinen Ehud Olmert’in Başbakanlığındaki Kadima partisi döneminde İsrail’in Gazze saldırıları (Dökme Kurşun Operasyonu) Suriye ile olan barış görüşmelerine noktayı koydu. Bu durum Türkiye ile İsrail arasında ki gerilimin ilk kıvılcımıydı aslında. Aynı yıl Davos Krizi olarak bilinen Dünya Ekonomik Forumunda Başbakan Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e söylemlerinden dolayı sert çıkması ve rest çekmesi gerilimi daha da arttırmıştır. 31 Mayıs 2010 tarihinde tamamen Barışçıl amaçlı Gazze’ye insani yardım malzemesi götüren “Mavi Marmara”[2] gemisine uluslararası sularda İsrail askerlerinin saldırısı sonucu 9 Türk Vatandaşının öldürülmesi ile Türkiye – İsrail ilişkileri diplomaside ki en düşük seviye olan 2. Kâtip düzeyine indirildi ve Türkiye bir dizi yaptırım kararı aldı. Liberal bir parti olan Kadima döneminde de aslında İsrail’in paranoyalarından dolayı çözüme sıcak bakamadığını ve giderek aşırılığa kaydığını görüyoruz.

Türkiye açısından baktığımızda; Türkiye İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülkedir. Yukarı da belirttiğimiz Türkiye ile İsrail geriliminin nedenleri tamamen İsrail’in saldırgan, hukuk tanımaz ve ben merkeziyetçi tavırlarından kaynaklandığı açıkça görülmekte. Türkiye’nin “Mavi Marmara” olayından sonra İsrail ile ilişkilerin normale dönmesi için yerine getirilmesini istediği 3 şart öne sürmüştür. Bunlar; Öldürülen vatandaşların ailelerine tazminat ödenmesi, Türkiye’den Resmi özür dilenmesi ve Gazze ablukasının kaldırılması. İsrail Türkiye ile ilişkileri normale döndürmek için çok kez girişimlerde bulundu. Savunma Bakanı Ehud Barak ve Başbakan Netanyahu’nun taleplerde uzlaşmacı tavır alması fakat koalisyon ortaklarından aşırı sağcı Evimiz İsrail Partisi lideri ve Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman’nın özür konusuna uzlaşmaz tavrı buna karşın Türkiye’nin kararlı tutumu çözümsüzlük doğurmaktadır.

Sonuç olarak İsrail’de Ortadoğu coğrafyasına kıstırılmışlık hissi ile yeniden aşırı sağcıların oy alabildiği bir seçim yaşanmıştır. Bölgede barışın tesis edilmesi hem İsrail’in hem de Ortadoğu’nun çıkarına olacaktır. İsrail’in daha makul olabilmesi, çözüme yönelik girişimleri baltalamaması ve paranoyadan kurtulması gerekmektedir. Seçim sonuçları bu öngörünün ve tavsiyelerin fazlasıyla iyimser olduğunu gösteriyor ve dahası “Barış başka bir bahara kalacaktır…” [3]

[1] Mehmet Şahin, “ORSAM – Dış Politika Analizleri” , 21 Ocak 2013

[2] Wikipedia, “Gazze filosu saldırısı”, http://tr.wikipedia.org/wiki/MV_Mavi_Marmara

[3] Mehmet Şahin, “ORSAM – Dış Politika Analizleri” , 21 Ocak 2013

Yavuz ÖZALP

Sakarya Üniversitesi – İşletme (Lisans)





Powered by proGEDIA