İsmail Numan Telci İle Röportaj – Mısır’da Son Durum (Kahire)



İsmail Numan Telci İle Röportaj – Mısır’da Son Durum (Kahire)

1- Öncelikle Mısır Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından 1 yıl içinde nasıl böyle bir konuma geldi. Süreçten biraz bahseder misiniz?

Süreç Muhammed Mursi’nin seçilmesinden öncesine uzanıyor aslında. 25 Ocak Devriminin ardından devrimci gruplar arasında yapılan görüşmelerde Müslüman Kardeşler başkanlık için aday çıkarmayacağını belirtmişti. Ancak daha sonraki gelişmeler kendi aleyhlerineişlemeye başladıkça endişeye kapıldılar ve Muhammed Mursi ile seçime girdiler. Muhalefete göre İhvan burada sözünden dönmüştü. Bu durum o dönemde hem eski rejim kalıntılarında hem de devrimci gruplar arasında rahatsızlık yaratmıştı.Yine seçimin ikinci ayağından önce Kahire’deki Fairmont Oteli’nde muhaliflerle İhvan yönetimi arasında bir toplantı gerçekleşmiş ve Müslüman Kardeşler burada seçimi kazanmaları durumunda muhalefeti de yönetime dahil edeceklerinin sözünü vermişti. Seçimin ardından ise bu söz tutul(a)mamıştı. Mursi muhalefetteki bazı aktörlere pozisyonlar teklif etmiş ancak belki de uzun vadede İhvan’ı itibarsızlaştırmak ve yönetimini engellemek amacıyla bu girişimlerin tümü karşılık bulamamıştı. Bununla birlikte muhalif gruplar Mursi yönetimini kadrolaşmaya gitmekle suçlamış, kendilerinin siyasal süreçlerden dışlandıklarını iddia etmişlerdir. Sırf bu gibi eleştirileri engellemek için başta Başbakan Hişam Kandil olmak üzere kabinedeki birçok bakan İhvan grubu dışından seçilmiştir. 22 Kasım 2012’de Muhammed Mursi’nin özellikle yargının aldığı kararlarla siyasal karar alma süreçlerini tıkamasının önüne geçmek için yayınladığı anayasal deklarasyon, muhalefetçe “Cumhurbaşkanı ülkede tek adam olmayı hedefliyor” şeklinde yorumlanmış ve sonraki aylarda bu tepkilerin yarattığı protestolara yoğun bir biçimde şahit olunmuştur.

Burada şunu belirtmek gerekiyor; bürokrasinin neredeyse tümünün eski rejim destekçisi olduğu, yargının tamamen İhvan yönetimi karşıtı bir pozisyon aldığı ve gerek medya gerekse de iş dünyasından hiçbir destek alınamadığı bir ortamda İhvan siyaset yapabilme anlamında adeta çırpınmıştır. Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere birçok üst kademe yargı organı parlamentoyu feshetmek, anayasa komisyonunu iptal etmek, devrim sırasındaki suçların sorumlularını salıvermek gibi onlarca hayati karar alarak siyasal süreci işlemez hale getirmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Buna ülkedeki muhalif grupların başta ekonomik kötü gidişten, ülkedeki sağlık, temizlik ve trafik gibi sorunların çözülememesinden ve elektrik, su, doğalgaz gibi kaynakların temini konusundaki sıkıntıların aşılamamasından Muhammed Mursi yönetimini sorumlu tutması da eklenince halkın bir kesiminde İhvan’a karşı büyük bir tepki baş göstermiştir. Bu hoşnutsuzlukların sonucunda başlatılan ‘temerrud’ (isyan) hareketi, Nisan ayından itibaren hükümetin istifası için imza kampanyaları düzenlemiştir. Haziran ayı ortası itibariyle bu imzaların 20 milyona ulaştığını iddia eden (rakamın doğruluğu hakkında herhangi bir resmi kayıt olmadığından güvenilirliği şüphelidir) Kefaya, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve 6 Nisan Gençlik Hareketi’nin başını çektiği muhalif gruplar, cumhurbaşkanını istifaya zorlamak amacıyla Mursi’nin görevine başlayışının yıldönümü olan 30 Haziran 2013’te sokaklara inme kararı almıştır. Bunun ardından da dış destekli olduğu artık herkesçe kabul edilen darbe 3 Temmuz’da gerçekleşmiştir.

2- Mısır’daki devrim süreci askeri darbe ile başarısızlığa mı uğramıştır? Eski rejim aktörleri iktidarı yeniden ellerine mi almıştır?

Şu an için bu şekilde bir yorum yapılabilir. Ama bunun kalıcı olacağını belirtmek için çok erken. Mısır’da bir devrim gerçekleşmiştir. Daha önceki devrimlerde olduğu gibi devrimi gerçekleştiren aktörlerle eski rejim kalıntılarının iktidarın el değiştirmesi üzerinde mücadeleleri olacaktır. Bununla birlikte devrimi gerçekleştiren aktörler de devrim sonrası süreçteki yeni iktidar yapılanmasında kendi pozisyonlarını avantajlı kılma mücadelesi verecektir. Mısır’da olan bu mücadelenin bir ayağıdır sadece. Ortaya çıkan koalisyonda eski rejim aktörleri ile devrimci seküler ve liberal yapılanmalar ortaklık kurmuş, aralarına bazı İslami unsurları da alarak meşru bir blok oluşturmaya çalışmışlardır. Geçtiğimiz sene de benzer bir bloklaşma İhvan, Selefiler ve devrimci gençlik hareketleri ile eski rejim aktörlerine karşı oluşturulmuş ve o dönem için başarı sağlanmıştı. Her devrim sonrasında birçok aktörün yer aldığı, bu aktörlerin sık sık pozisyon değiştirdiği ve farklı kompozisyonlarda koalisyonların oluştuğu “iktidar” mücadelesi yaşanmıştır. Mısır da bu duruma istisna olmamaktadır.

3- Devrimden Darbeye giden süreçte gördük ki Medya’nın rolü çok büyük oldu. Medya bu süreçte bağımsız mıydı yoksa bir takım aktörlerin güdümünde mi hareket etti?

Evet medyanın bu süreçteki rolü yadsınamaz. Zaten medya Türkiye’de 28 Şubat sürecinde olduğu gibi birincil aktörlerden birisi idi. Ayrıca bir araçtı da. Mısır’da kaldığım son 8 ay boyunca İhvan karşıtı kanallarda ve yayın organlarında öylesine muhalif bir tutum vardı ki en ufak bir övgüyü göremezdiniz. Bir de seviyesiz bir muhalefet vardı. Piramitlerin ve Süveyş Kanalı’nın Katar’a satılacağı haberlerinin haftalarca tartışıldığı bir medyadan bahsediyoruz. Buna karşın İslami medya kanalları ise adeta var olabilme mücadelesi veriyor, neredeyse hiç reklam vermeden yayınlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Nitekim iş dünyasının en zengin aktörleri Mübarek döneminin zenginleştirdiği işadamlarından oluşuyordu ve bu kişiler sadece İhvan karşıtı kanallara reklamlar veriyorlardı. Bu aktörler Necip Saviris gibi sahip oldukları medya organları ile de rejimin yıpranması için ellerinden geleni yaptılar. Hatta darbeye giden son aylarda Saviris birçok Mursi karşıtı grubu maddi olarak desteklemiş, televizyonlarda yayınlanmak üzere darbe yanlısı klipler bile çektirmiştir. Yine Bessam Yusuf gibi tek ajandası İslamcı siyaseti eleştirmek ve aşağılamak olan figürler de Mısırlıların Mursi karşıtlığına kanalize edilmesinde önemli roller oynamıştır. Eski rejim sırasında Mübarek’in en ufak bir eleştiriden münezzeh olduğu bir ortam varken, 2012’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından geçen 1 sene içerisinde Bessam Yusuf Mursi’yi ve İhvan’ı kimi zaman ağza alınmayacak kelimelerle aşağılamış ve binlerce Mısırlı her Cuma akşamı bu programa kilitlenmiştir. Bessam Yusuf’u kahkahalarla izleyen kesimler diğer taraftan da İhvan’ın ifade hürriyetini kısıtladığını ve baskı rejimi kurduğunu iddia etmişlerdir. Bu tutumun inandırıcılık ve samimiyetle alakası olmadığını belirtmek gerekir.

4- Batı’nın bu darbeye sessiz kalması İslamcı Siyasetin aktör olmasından duyduğu rahatsızlığı mı gösteriyor?

Batı’nın tepkisizliğinin başlıca sebepleri arasında özelde Mısır’da genelde de Ortadoğu’da Siyasal İslam’ın politik kurumlarının meşru bir siyasal aktör olması geliyor. Bununla birlikte İslami siyasetin siyaseten meşru bir aktör olması artık bölgede kurulu düzenin Batı’dan hiçte hoşlaşmayan aktörlerle sorgulanacağı anlamına gelmekteydi. Türkiye’deki AK Parti yönetimine yönelik duyulan endişe bu durumun en cisimleşmiş halidir bence. Mısır’dan ikinci bir Türkiye çıkması olasılığı gerek Washington’da gerekse de diğer Avrupa başkentlerinde ve özellikle İsrail’de bölgeye dair birçok politikaların revize edilmesi anlamına geliyordu. Batı’nın yeniden belirleyeceği siyasette ise kendi çıkarları önemli ölçüde tehlikeye girecekti. Bu yüzden demokrasi söylemini dilinden düşürmeyen Batılı aktörler çıkarları tehlikeye düştüğünde hiç çekinmeden darbeyi destekleyebilmiştir. Bunu Mısır’da siyasal aktörlük bile iddia edemeyecek bir azınlıkta olan seküler ve liberal kitleleri kullanarak yapması daha da vahim bir durumdur.

5- Baktığımız zaman bölgede bu darbe en çok Türkiye’yi olumsuz etkiledi. Türkiye’nin dış politika vizyonuna en uygun hareket Müslüman Kardeşlerdi. Öte yandan darbeden en karlı çıkan ülkeler Suudi Arabistan, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail. Bu perspektiften bakarsak bu darbeyi nasıl okumak gerekir?

Aslında bu darbe en çok bölgenin kendisini olumsuz etkiledi. Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’de en canlı biçimiyle yaşanan Arap Uyanışı’nın bölgeye getireceği dönüşüm potansiyeline vurulmuş bir darbedir aslında Mısır’da gerçekleşen. Arap Uyanışı sürecinde Libya’ya yapılan askeri müdahale ile kısmen başlayan “dış” müdahale (buradaki “dış” kelimesini hem bölge dışı, hem de bahsedilen ülkeler baz alındığında o ülkenin dışından anlamında kullanıyorum), Suriye’de zaten güçlükle sürdürülen mücadelenin bir proksi savaşı halinde cereyan etmesiyle canlı kalmış, Mısır’daki darbede ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin müdahil olması ile de Arap Uyanışı’nın temel dinamiklerinden olan “dış müdahale karşıtlığına” büyük zarar vermiştir. Bu darbe ayrıca Mısır’ın demokratikleşmesinde sivil siyaset sürecinin kesintiye uğramasına ve bu anlamda da ülkede yaşanan rejim değişikliğinin başarıya ulaşmasına olumsuz etki yapmıştır.

Mısır’daki darbe bu anlamda Türkiye’nin de yaratmaya çalıştığı “bölgesel sorunların bu coğrafyanın aktörlerince demokratik hakların genişletilmesi yöntemiyle halledilmesi” siyasetini tehdit etmektedir. Mısır gibi bölgenin en önemli sayılabilecek ülkesinde herkesin gözü önünde anti-demokratik süreçler kullanılarak bir darbe özellikle Batılı aktörlerin teşviki ile planlanmış, bölge ve ülke içinden siyasal meşruiyeti tartışılır aktörler kullanılarak uygulamaya geçirilmiştir. Devrim sonrası süreçte demokratik bir düzene ulaşılmasını engelleyebilecek bu ve benzeri durumların diğer Arap Uyanışı ülkelerinde de gerçekleşmemesi için özellikle Türkiye’nin bölgesel müttefikleriyle koordineli bir şekilde önlemler alması gerekmektedir. Başarılı bir demokratikleşme için bölge ülkelerinin birbirlerinin tecrübelerinden faydalanmaları hem bölgesel kaynaşmayı yoğunlaştıracak, hem de işbirliklerinin artmasını sağlayacaktır. Türkiye bu anlamda demokrasiyi yüceltip teşvik ederek Batı’ya önemli bir ders vermiştir ancak yeri geldiğinde oyun sırasında kuralların değişebileceğini de göz önünde bulundurarak buna yönelik politikalar da geliştirmelidir.

6- Ortadoğu’da Türkiye-Mısır ve Katar arasında bir bloklaşma söz konusuydu. Bundan sonrası için bu darbenin Türk Dış Politikasına ve bu bloklaşmaya etkisi nasıl olur?

Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Mısır darbesinde önemli bir rol oynadıkları düşünüldüğünde Türkiye ve Katar’ın ortak siyasal duruşlarını değiştirmeleri mantıklı olmayacaktır. Mısır’daki darbe yönetiminin Türkiye’ye mesafeli bir tutum alacağı ortada. Katar’ın da Müslüman Kardeşlere desteği yine Kahire’deki cunta yönetimini rahatsız edecektir. Bununla birlikte bölgesel bloklaşmalar özellikle böyle bir süreçte yeniden şekillenme potansiyeline de sahip. Ankara halihazırda kendisine yakın olabilecek Katar ve Libya gibi bölge aktörlerinin bu pozisyonlarını sağlamlaştıracak adımlar atmalıdır. Türkiye’yi bölge siyasetinde daha zor durumda bırakan konu kanımca Suriye çıkmazıdır. Ankara’nın haklı olarak Suriye devrimine verdiği destek, beklenmeyen faktörlerin devreye girmesi ile Erdoğan hükümetinin elini zora sokmuştur. Türkiye kapasitesini aşacak politik angajmanlara girerken, hesaplamalarını daha rasyonel bir biçimde yapmalıdır.

7- Bundan sonrası için Mısır’ı ne bekliyor? Görünen o ki Müslüman kardeşler bir iç savaşın içine çekilmeye çalışılıyor. Katılıyor musunuz?

Evet, darbenin ardından yaşanan sürecin özellikle ilk kesimlerinde böyle bir çabanın olduğundan bahsedebiliriz. Ancak İhvan’ın buna karşılık olarak yürüttüğü stratejiyi şuan için doğru buluyorum. Nitekim barışçıl protestolar içerideki ve dışarıdaki darbeci aktörlere yerinde bir cevap teşkil ediyor. Uzun vadede Mısır’daki İslami hareketlerin iktidar arayışında bu sürecin olumlu bir geri dönüşü olacaktır. Ancak bu darbeci aktörler İhvan’ı veya Selefi hareketi siyasal alanın dışında tutmaya çalışması iktidar mücadelesinin daha çetin geçmesine, İslami hareketlerin daha farklı metotlar uygulamasına neden de olabilir.

Darbe süreci göstermiştir ki Mısır siyasetindeki seküler ve liberal aktörler ve eski rejim kalıntıları ile Washington ve Tel-Aviv gibi uluslararası aktörler sosyal tabanı geniş hareketlerin siyaset sahnesinde meşru bir biçimde yer alabilmesini bir süre daha engellemek istiyorlar. Her ne kadar söylem düzeyinde bunu inkar etseler de başlı başına darbenin planlı bir şekilde uygulamaya geçirilmesi bile bunun bir göstergesi. İhvan ve Selefi hareket de buna karşı uzun vadeli planlar yaparak, toplumun daha geniş kesimlerinin güvenini ve olurunu kazanmak suretiyle bu iktidar mücadelesinden başarılı çıkmanın yollarını aramalıdır.

Röportaj: İsmail Numan Telci’nin[i] Mısır’da son durum hakkında değerlendirmeleri.[ii]

Ahmet Biçer, Halil İbrahim Ağır[iii]


[i] Doktora Adayı, Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Sosyal Bilimler Enstitüsü Misafir Araştırmacı, Kahire Üniversitesi, Medeniyet Çalışmaları ve Kültürlerin Diyaloğu Merkezi

[ii] Gönül Dergisi 24. Sayısında yayınlanmıştır.

[iii] Sakarya Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü Yüksek Lisans Öğrencileri





Powered by proGEDIA