Karşılaştırmalı Devrimler Tarihi Işığında Mısır’daki Güncel Gelişmeler

Yrd. Doç. Dr. İsmail Numan Telci | Görüş & Analiz | 01 Aralık 2012, Cumartesi


Karşılaştırmalı Devrimler Tarihi Işığında Mısır’daki Güncel Gelişmeler

Şimdiye kadar Mısır devrimi üzerine çok fazla söylendi, konuşuldu ve tartışıldı. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 22 Kasım’da aldığı kararlar özellikle son günlerde eski rejim yanlıları, seküler ve liberallerden oluşan muhalefet çevrelerinde büyük bir rahatsızlık yarattı. Muhalefetin Başkan’ın aldığı kararlara yönelik eleştirileri güçler ayrılığı, hesap verebilirlik ve hukukun üstünlüğü gibi demokratik gelenekler açısından kabul edilebilir nitelikte. Muhaliflerin itiraz ettiği en belirgin argüman, Başkan Mursi’nin aldığı yeni kararların kendisine demokratik bir sistem içerisinde olması gerekenden çok daha fazla gücü elinde tutma imkanını veriyor olmasıdır. Ayrıca, kararların alınış şekli ve kamuoyuyla paylaşılış biçimi özellikle muhalefet çevrelerinde büyük bir hayal kırıklığı yaşatmıştır.

Fakat bu hikayenin bir de diğer tarafı var: Hüsnü Mübarek’in dikta yönetimi boyunca bir çok dışlayıcı politikaya maruz kalan ülkedeki İslami grupların (Müslüman Kardeşler ve birçok Selefi fraksiyonlar) oluşturduğu Mursi yanlısı blok, Şubat 2011’de Mübarek yönetiminin devrilişinin gerçek bir devrime evrilebilmesi için Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin aldığı son kararların desteklenmesi gerektiğini hatta bu kararların alınmasında geç bile kalındığını savunmuşlardır. İki büyük blok (Mursi taraftarları ve karşıtları) 23 Kasım Cuma günü Mursi’ye olan destek ve rahatsızlıklarını göstermek için sokağa döküldü. Kitlesel protestolara dikkatlice baktığımızda kolayca söyleyebiliriz ki her iki grupta istedikleri kalabalığı ilk etapta bir araya getiremedi. Tahrir meydanı nispeten kalabalıktı ancak bu kalabalık 2011’in başında Mübarek karşıtı protestolarda olduğu kadar büyük değildi. Mursi yanlısı gruplar ise Başkanlık Sarayı’nın önünde toplanmışlar ve başkanın “ülkesi uğruna her ne gerekirse yapacağının” altını çizerek aldığı kararları ve Mısır devrimini yücelttiği konuşmasını coşkuyla dinlemişlerdir.

Hem coğrafi olarak hem de ideolojik olarak uzak bir mesafeden olayları takip eden birisiyseniz son birkaç günde Mısır’da gerçekleşen ve yukarıda kısaca özetlenen haber ve görüntüler şaşırtıcı gelebilir. Bu yazı şuan Mısır’da her ne vuku buluyorsa bunların hiçbir şekilde ve hiç kimse için sürpriz olmaması gerektiği temel argümanını taşımaktadır. Nitekim geçmişteki devrim tecrübeleri, devrim sonrası süreçlerin toplumların tüm kesimleri için zor olabileceğini/olacağını/olması gerektiğini kanıtlıyor. Aşağıdaki ele alınacak karşılaştırmalı çalışma Mısır devrimi konusuna merak duyan herkes için yararlı açıklamalar sunmayı hedeflemektedir. Devrimler konusundaki detaylı çalışmaları ile bilinen Amerikan sosyolog Theda Skocpol’un 1979 yılında kaleme aldığı “Devletler ve Toplumsal Devrimler: Fransa, Rusya ve Çin’in Karşılaştırmalı Bir Çözümlemesi” kitabında bu üç ülkede gerçekleşen sosyal devrimler geniş kapsamlı bir biçimde ve derinlemesine anlatılmaktadır. Theda Skocpol, kitapta bu ülkelerdeki devrimlerin neden ve sonuçlarını neredeyse tüm detaylarına değinerek inceler. Bu devrimlerin sonrasındaki süreçlerde yaşanan bazı gelişmelerdeki göz atmamız, Mısır devrimi ile ilgili yeni gözlemler ortaya çıkarabilmemiz için bize gerekli ipuçlarını verecektir.

Fransa (1789), Çin (1911-12) ve Rusya’daki (1917 – Bolşevik) devrimlerin her birinde devrim sonrası düzen kurma süreçleri büyük sıkıntıları barındırarak yaşanmıştır. Bazı devrimler daha ziyade iç çekişmelerle mücadele ederken (özellikle Fransa), bazıları (Çin ve Rusya) içerideki problemlerin yanında uluslararası ve bölgesel faktörlerle de uğraşmak durumunda kalmışlardır. Örneğin, I. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri Rusya’nın devrim öncesi devlet yapısı üzerinde fazlasıyla görülmüştür ve bu olumsuzluklar nedeniyle Rusya’da devrim sonrası düzenin kurulabilmesi büyük sıkıntılar sonrasında gerçekleşebilmiştir. Emniyet güçleri başta olmak üzere İmparatorluk döneminden kalma kurumların birçoğunun özellikle savaşın etkisiyle çöküşünün ardından, şehir proletaryası ve çiftçiler üzerinde herhangi bir otorite kurulamaması, askerlerinin büyük kısmı cephelerde olan bir ülkenin toplumsal yapısındaki sosyal anarşiyi tetiklemiştir. Devrim sonrası bir düzen kurulması konusunda öncülük eden önemli aktörlerden biri olan Kızıl Ordu bile I. Dünya Savaşı’nın yarattığı büyük yıkım nedeniyle ülkede asayişin sağlanmasında herhangi bir rol oynayabilecek kapasiteden uzaktı. Ayrıca savaş sırasında çok büyük kayıplar veren ordu, kırsal kesimlerden toplanmış profesyonel olmayan yeni birlikler ile “güçlendirilmiş”, ancak bu acemi askerler o dönemde yaşanan ayaklanmaları bastırmakta büyük oranda başarısız olmuştur. Ancak Rusya’nın savaştan çekilmesi Kızıl Orduyu yeniden düzenlemek için avantajlı bir süreç ortaya çıkarmıştır. Kendisini yeniden organize eden ve daha düzenli profesyonel bir sisteme geçen ordu sonraki yıllarda (özellikle 1918-1925 arasında) ülkede devrimin korunması ve düzenin muhafaza edilmesinde en önemli aktörlerden birisi olmuştur.

1911-12 yıllarında gerçekleşen Çin Devrimi Qing Hanedanlığı’nın neredeyse üç asır süren iktidarının son bulmasıyla sonuçlanmıştır. Devrim sonrası süreçte kırsal alan ve bölgelerde merkezi otorite ortadan kalkmış, ülkenin farklı bölgelerinde iç (bölgeler arası) ve dış (komşu devletlerle) işbirliklerinin kurulması merkezi otoriteyi zayıflatmış ve devrim sonrası süreçte iktidarın sağlanmasını tehlikeye atmıştır. Devrime başlıca öncülük eden geleneksel Çin aristokrasisi bu gelişmeler karşısında telaşa kapılmış ve düzenin sağlanması için çareler aramıştır. Tam da bu süreçte, merkezi otoritenin yarattığı boşlukla ayaklanma imkanı bulan ve soylular tarafından kullanılmalarından rahatsız olan çiftçiler ile topraktan asıl istifade eden soylu sınıf arasında da mülkiyet mücadelesi baş göstermiştir. Merkezi iktidarın sağlanması ve devrimin korunmasını tek çözüm yolu olarak düzenli askeri sistemin oluşturulması olduğunun farkına varan devrimci aktörler bunu sağlamada geç kalmamış ve profesyonelleşen ordu ile birlikte devrim sonrası düzenin sağlanması yolunda önemli bir adım atmışlardır. Çin Komünist Partisi ve Koumintang (Çin Milliyetçi Partisi) arasındaki rekabetçi politik ortamında büyük etkisi nedeniyle, Çin Halk Cumhuriyeti’nin devlet kurma sürecini tamamlaması kolay olmamış, bu süreç devrim sonrası siyasi aktörlerinin yaklaşık 40 yılını almıştır.

Son olarak bugünlerde Mısır’da yaşananların en çok 1789’daki Fransız devrimindeki olaylarla benzerlik gösterdiğini belirtmek gerekir. Tıpkı Mısır’da yaşananlar gibi 1789 Fransız devriminde, devrime öncülük eden gruplar, devrim sonrası süreçte yaşadıkları fikir ayrılıkları nedeniyle birbirleriyle birçok kez çatışmışlardır. Devrim sonrası hükümeti ile diğer politik gruplar arasındaki anlaşmazlıklar çok büyümüş ve ülkede şiddet olayları önlenemez hale gelmiştir. Hükümet şiddet ortamını “savaş süreci” olarak adlandırmış ve 1793’de onaylanan anayasayı uygulamaya geçirmeme kararı almıştır. Devrimin en tutkulu aktörlerinden olan Jean Paul Marat’ın hikayesi bu süreçte yaşananları gözler önüne seren örneklerden sadece birisidir. Marat devrim sürecinde çok önemli roller oynamıştı ancak devrim sonrasında devrimci gruplar arasında çıkan anlaşmazlıkların kurbanı olarak 1793’de öldürülmüştür. Bu dönem ayrıca aralarında filozof Maximilien Robespierre, Paris Belediye Başkanı Jean-Baptiste Fleuroit-Lescot ve 1793 Anayasasını hazırlayan Louis Antoine de Saint-Just’ün de bulunduğu birçok siyasi muhalifin “Devrim Meydanı”nda (günümüzde “Palace de la Concorde” olarak bilinen bu alan Paris’in en büyük meydanıdır) giyotinle idam edilmelerine şahitlik etmiştir. Tüm bu gelişmeler ve anarşi ortamından dolayı Fransa devrimi tarihinde bu döneme “la terreur” (Terör) denilmektedir.

Cumhurbaşkanı Mursi aldığı iddialı kararlarla devrimin doğru yolda gitmesini sağladığına ve bunu yapma konusundaki haklılığına kendince ikna olmuş olsa da, açıkçası çok sayıda Mısırlı bunun aksini düşünmekte ve onu yeni “Firavun” olarak adlandırmaktadır. Ancak belirtilmelidir ki onu bir diktatör ilan etmek Mısır devrimi sonrası siyasi gelişmeleri ışığında yapılabilecek en kolaycı analizdir. Geçmiş devrim tecrübeleri bize göstermektedir ki bir devrim kısa yoldan ve kolay bir biçimde gerçekleşmez. Bunu söylemiş olmakla birlikte, sosyal medya ve El-Cezire çağında olduğumuzu da göz önünde bulundurduğumuzda, Başkan Mursi’nin fiili şiddet riskini barındıran ve özellikle devrimi gerçekleştiren gruplar arasında olası bir ayrışmanın önünü açabilecek kararı vermeden önce iki kere düşünmesi gerektiğini de belirtmek gerekir. İtidalli ve kontrollü bir yönetim devrim sonrası süreçte çatışma riskini azaltarak bu sürecin eski devrimlerde yaşanan negatiflikleri barındırmamasının en önemli anahtarıdır.

Hâlihazırda Mısır’da bir “la terreur” (terör) dönemi yaşandığını düşünmediğimin altını, yukarıda yaptığım eski devrim vurguları ışığında, yeniden çizmek isterim. Ülke daha ziyade devrim sonrası bir düzen kurma sürecinde doğru bir yolda ilerlemektedir. Mursi yönetiminin devrim sonrası yeni düzen oluşumunda eski rejim muhafızları ve devrim sonrası iktidar yapısına dahil ol(a)mayan kesimlerin muhalefetiyle karşı karşıya kaldığı/kalacağı muhakkaktır. Bu mücadele normal bir devrim sonrası toplumunun şahit olabileceği “iktidarın yeniden dağılımı” sürecinin ta kendisidir. Dolayısıyla Mısır’da Hüsnü Mübarek’in yıkılması ile başlayan ve son birkaç gündür alevlenen “güç kapma” mücadelelerini devrim olarak adlandırıyorsak gelişmelerin normal bir “devrim sonrası” sürecine işaret ettiğini belirtmemiz gerekir. Her şeyin ötesinde yaşananlar Mısır’daki devrimci grupların başaktörü olduğu doğru ve yanlış, biz ve onlar, güçlü ve zayıf, devlet ve toplum, devlet ve “devlet”, toplum ve “toplum” formülasyonlarıyla özetlenebilecek mücadeleler serisidir. Her yeni bir mücadele, sürecin “devrim” oluşunu kanıtlayan yeni bir unsur olarak kayıtlara geçmektedir. Dünya tarihindeki en büyük devrimlerin bir gece içinde gerçekleşmediğini de unutmamamız gerekir.





Powered by proGEDIA