Kürt Milliyetçileri Ne İstiyor?



Kürt Milliyetçileri Ne İstiyor?

HDP'nin Kürt milliyetçilerini sokağa dökmesiyle başlayan Kobani gösterileri şimdiden 24 insanımızın ölümüyle ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlandı. Hükümetin IŞİD'i desteklediği iddiasıyla altyapısı uzun süredir hazırlanan öfke İstanbul'dan Diyarbakır'a 27 il ve 68 ilçede vandalizme dönüştü.

Bu gösterilerin bize anlattığı temel gerçeklik, Suriye iç savaşının bölge ülkelerinin ama en çok da Türkiye'nin bir iç meselesi haline geldiği.

Hem de çok boyutlu bir iç mesele. Suriye, mülteci sorununun yanı sıra sınırdaki güvenlik konularından Alevicilerin ve Kürt milliyetçilerinin öfkesine kadar birçok fay hattını tetikleyebiliyor.

Hatırlayalım, Çözüm süreci ve Öcalan'ın siyaseti sayesinde Kürt milliyetçileri Gezi olayları sırasında sokakların ateşinden uzak durmuştu.

Kürt milliyetçi çevrelerin AK Parti iktidarına karşı oluşan Gezi ittifakına destek vermemeyi kendi tabanına anlatmakta zorlandığını biliyoruz.

Şimdi ise PKK'lı grupların Hüda-Par'ı (Hizbullah) kendisine hedef olarak koyması ile yeni bir evreye mi giriyoruz?

Çözüm sürecinde kararlılıkla yeni adımlar atılmasına rağmen Kobani ve Çözüm süreci arasında kopmaz bir ilişki kurulması neye işaret ediyor?

Kobani'de katliam yaşanması korkusu Kürt milliyetçiliğine yeni bir nefes veriyor. PKK'ya da silah bırakmamanın meşruiyetini getiriyor. Rojova'da gerçekleştirildiği düşünülen "devrimin" kaybedilmesi ihtimali de sokaktaki gençleri büyük bir öfkeye ve vandalizme sürüklüyor.

Kuşkusuz bu olaylardaki en tehlikeli olgu PKK ve Hüda-Par arasında başlayan şiddetin sürmesi ihtimali. Bu durumda Çözüm sürecinin getirdiği barışçı ortamı sabote edecek bir mazeret üretilmiş olacak. Yine Çözüm sürecinin PKK'yı bölgede güçlendirdiğinden şikâyet eden İslamcı Kürtlerin şiddete çekilmesi sağlanmış olacak. Kürt milliyetçilerinin "şımarıklığından" rahatsız Türkiye kamuoyunun Kobani eylemlerine göstereceği karşı öfke de Çözüm sürecini sıkıntıya sokabilir.

Öfke yeni öfkeleri tutuşturabilir.

Hükümet açısından bakıldığında ise Kobani gösterileri oldukça kritik öneme sahip. Türkiye'de AK Parti iktidarına muhalefet edebilecek toplumsal derinliğe ve söylem özerkliğine sahip olan üç kritik kesim var: Sol- Alevi gruplar, Gülen Hareketi ve PKK- HDP çizgisi. Bu kesimlerin hepsi de ulus -ötesi bağlantılara ulaşabiliyor ve kamuoyu oluşturma stratejisi yürütebiliyor. AK Parti hükümetinin politikalarını öngörme ve etkisizleştirme yöntemleri geliştirebiliyor.

Son birkaç yılda bu üç kesimin de Hükümetle hesaplaşma ve hatta devirme niyetini gösterdiği süreçlerden geçiyoruz. Gezi ile Sol- Alevi gruplar, 17 Aralık ile Paralel yapı ve şimdi Kobani gösterileri ile PKK çizgisi muhalefet edebilme kapasitesini gösteriyor.

Hükümetin dikkat etmesi gereken nokta şu:

PKK hem Çözüm sürecine ilişkin hem de IŞİD ile mücadelede Kürt kamuoyuna hitap etmede söylemsel bir üstünlüğe sahip görünüyor. Çözüm sürecinin kazanımlarını kendi silahlı varlığının somut yansımaları olarak sunmada ve IŞİD tehlikesinin sorumluluğunu Hükümetin üzerine yıkmakta...

Halbuki, Türkiye'nin tek taraflı olarak Suriye'de askeri bir operasyona girişmeme iradesi Suriye iç savaşından itibaren korunan bir pozisyona karşılık geliyor. Hem de Arapların ve Türkmenlerin yaşadığı bütün insani trajediye rağmen.

Esed rejiminin katliamlarına sessiz kalan PYD'nin ve HDP'nin şimdi Hükümeti bir şey yapmamakla suçlaması kamuoyunda algı yaratmakla ilgili maharetlerini de gösteriyor. IŞİD'in Irak ve Suriye'deki ilerleyişinin Türkiye'nin çıkarlarına aykırı olduğu realitesinin üstünü örten Kürt milliyetçisi kampanya başka bir hedefin peşinde.

Türkiye'nin güvenli bölge kurmasını istemeyerek Tezkereye de karşı çıkan bu kampanya PKK'nın bölgesel aktör olma iddiasıyla yakından ilgili.

Kuzey Irak'taki, Rojova'daki ve Türkiye'deki varlığını kendi bölgesel derinliği olarak okuyan PKK gerektiğinde sokakları ateşlemeye devam edecek. Bu Çözüm sürecini bitirme ya da Öcalan'ı devre dışı bırakma iradesi midir?

Bence hayır, Kürt milliyetçileri Çözüm sürecinde ellerini güçlendirmek için manevra yapıyor.

Bu yazı ilk olarak 10 Ekim 2014 tarihli Sabah gazetesinde yayımlanmıştır.





Powered by proGEDIA