‘Cumhur-başkanı Erdoğan’ın dış politika çizgisi

Prof. Dr. Kemal İnat | Görüş & Analiz | 12 Temmuz 2014, Cumartesi


‘Cumhur-başkanı Erdoğan’ın dış politika çizgisi

‘Cumhur-başkanı Erdoğan’ın dış politika çizgisi

Sakarya Üniv. -SETA İstanbul

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde ‘aktif’ bir cumhurbaşkanı olacağı kendi açıklamalarından biliniyor. Bu ‘aktif’ ve “yetkilerini sonuna kadar kullanan” cumhurbaşkanlığı beklentisinin dış politika alanında da kendisini göstereceği, Erdoğan’ın dış politikada da öne çıkan bir cumhurbaşkanı olacağı tahmin edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Özal gibi bazı cumhurbaşkanlarının dış politikada çok aktif bir rol oynadığı, buna karşılık Ahmet Necdet Sezer gibi cumhurbaşkanlarının ise dış politika konularından uzak durmayı tercih ettikleri biliniyor. Bu onların kendi istek ve yaklaşımları kadar, cumhurbaşkanlığı yaptıkları dönemlerdeki siyasi atmosfere, özellikle de birlikte çalışmak durumunda oldukları hükümetlerle aralarındaki uyuma da bağlı olmuştur. Bu çerçevede, muhtemel cumhurbaşkanlığı döneminde Erdoğan’ın dış politikada oynayacağı rol konusunda şu tespitleri yapmak mümkündür:

1- Her şeyden önce Erdoğan’ın İslam dünyası ve genel dünya politikasına ilişkin tasavvurunu yansıtan açıklamaları, Sezer gibi dış politikadan uzak duran değil, Özal gibi sürekli olarak dış politikaya müdahale eden ve inisiyatif alan bir cumhurbaşkanı olacağı ihtimalini güçlendirmektedir. Başbakanlık yaptığı dönemde de, bakanları yöneten bir koordinatör olmanın ötesinde, neredeyse bütün politika alanlarına müdahale eden bir siyasetçi profili gösteren Erdoğan’ın aynı çizgisini cumhurbaşkanlığı döneminde de sürdürmesi beklenmektedir. Son dönemde AK Parti tarafından siyasetin gündemine sokulan “başkanlık sistemi” tartışmaları, Erdoğan’ın parlamenter sistemlerdeki “sembolik cumhurbaşkanlığı” yerine başkanlık ya da yarı başkanlık sistemindeki “etkin cumhurbaşkanlığı” modelini uygulamaya çalışacağını göstermektedir. Anayasası’nın da “etkin cumhurbaşkanlığı”na imkan tanıyan çok sayıda hükmünü göz önünde bulunduran Erdoğan, kendisinin de “terleyen, koşan cumhurbaşkanı” olacağını ifade etmek suretiyle bütün politika alanlarında aktif rol oynayacağını göstermektedir. Cumhurbaşkanının ilk defa halk tarafından seçilecek olması da, seçilecek olan yeni cumhurbaşkanına bu “etkin rol oynama meşruiyetini” vereceği düşünülmektedir.

2- Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak göstereceği performans nasıl bir başbakan ve hükümetle çalışacağına da bağlıdır. Beklenildiği gibi AK Parti hükümetleri ile çalışması durumunda, başbakanın Abdullah Gül ya da Ahmet Davutoğlu gibi dış politikada öne çıkan isimlerden birisi olması ile Mehmet Ali Şahin gibi dış politika konusunda tecrübesi olmayan birisi olma ihtimallerine göre “cumhurbaşkanı Erdoğan”ın dış politikada oynayacağı rol değişiklik gösterecektir.

Dış politik tecrübesi daha az AK Partili başbakanlarla çalışırken dış politikada çok daha fazla müdahaleci olması muhtemel olan Erdoğan’ın, bu konuda deneyimli bir başbakanla çalışması durumunda dış politika alanında biraz daha geri durması söz konusu olabilir. Ancak her iki durumda da dış politikanın temel yönünü belirleme konusunda ısrarcı olacağı beklenmelidir. AK Partili olmayan bir hükümetle çalışması durumunda ise, Erdoğan’ın dış politikaya müdahil olma konusunda yine aktif olmak isteyeceği ve budurumda hükümet ile cumhurbaşkanı arasında gerginliklere yol açma potansiyelinin yüksek olacağının da altını çizmek gerekir.

3-Erdoğan’ın muhtemel cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye’nin bölgesindeki ‘aktif’ dış politikasına devam edeceği beklenmelidir. Seçim kampanyasında rakibi Ekmeleddin İhsanoğlu’na yönelik eleştirileri Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’nin bölgesindeki ihtilaflarda ‘haklı’ gördüğü tarafın yanında yer alan politikasını sürdüren ve “haklı-haksız ayrımı yapmadan bölgesel ihtilaflardan uzak durmayı” savunan politikalara karşı çıkan bir ülke olması gerektiğine dair bir yaklaşım içerisinde olacağını göstermektedir. Bugünlerde tırmanan İsrail-Filistin çatışması üzerinden, “Türkiye’nin İsrail’le olan münasebetleri konusunda taraf tutmaması lazım” şeklindeki ifadelerine atıfla muhalefetin adayı İhsanoğlu’nu sert bir şekilde eleştiren Erdoğan, kendisinin Filistin konusunda taraf olduğunu vurgulayarak Türkiye’nin bölgesindeki çatışmalarda inisiyatif alan politikasını devam ettireceğini göstermektedir. “İşte görev yaptığı yerdeki mantığı da buydu” ifadeleriyle İhsanoğlu’nun İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği yaptığı dönemdeki ‘pasif’ dış politika çizgisini eleştiren Erdoğan, seçimi kazanması halinde ‘aktif’ bir cumhurbaşkanı olacağının altını çizmektedir.

Bölgesiyle ilgili Türkiye

Bu tespitlerin ardından, Erdoğan’ın dış politika yaklaşımının Türkiye ve dünya siyasal sistemi açısından ne anlam ifade ettiğini ele alalım. Başbakan Erdoğan döneminde, Türkiye’nin hem kendi bulunduğu bölge sorunlarıyla ilgilenen hem de dünya siyasal sisteminde birtakım değişiklikler talep eden bir ülke olarak öne çıktığı söylenebilir. Erdoğan’ın katıldığı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantılarında, gerek uluslararası nükleer rejime yönelik eleştirileri gerekse Güvenlik Konseyi’nin yapısının değişmesi konusundaki talepleri hatırlanırsa, uluslararası sistemin etkin aktörlerini sık sık rahatsız eden liderler arasında değerlendirildiği tespiti yapılabilir. Yine aynı toplantılarda İsrail saldırganlığına ve ona destek veren ülkelere yönelik açık ve ağır eleştirileri, Ankara’nın Filistin bağımsızlığına verdiği desteği ifade etmesi, Türkiye’nin Somali’deki yardım faaliyetlerini anlatırken bu ülkede yaşanan sorunlardan Afrika’yı sömürgeleştiren güçleri sorumlu tutması ve Mısır’da yaşanan darbeye destek veren ülkelere yönelik eleştirileri Erdoğan’ı söz konusu aktörler açısından ‘sevimsiz’ bir lider yapmaktadır.

Bundan dolayı Başbakan yıpratılmaya çalışılarak, Türkiye’ninbölgesindeki sorunların bölge halklarının çıkarları doğrultusunda çözümü konusunda inisiyatif alan değil, eskiden olduğu gibi, kendi kabuğuna çekilen ve küresel aktörler tarafından kendisine verilen rolü oynamaktan öte bir fonksiyonu olmayan bir ülke olması amaçlanmaktadır.

Uluslararası sistemi açıklamaya çalışan teoriler açısından bakıldığında, sistemin etkili aktörlerinin kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye konusunda bu tür politikalara sahip olmaları açıklanabilir bir durumdur. Ancak tam da bu noktada Türkiye’nin nasıl bir tercihte bulunacağı önem kazanmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin önünde iki temel tercih alternatifi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, bölgesel güç olma iddiasından vaz geçip kendi kabuğuna çekilmek ve bölgede yaşanan sorunlardan mümkün olduğunca uzak kalmak suretiyle bu sorunların doğurduğu çatışmaların kendisine zarar vermemesini ümit etmek. Bu yol tercih edildiğinde bölge sorunlarının ve bu sorunlar konusunda pozisyon alan küresel aktörlerin Türkiye’ye etkide bulunma ihtimalinin yüksek olduğunu ifade etmek gerekir. İkinci tercih ise, Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiasını sürdürüp, bunun gereklerini yerine getirmek için gerektiğinde bölgesel sorunların çözümü konusunda bazen arabulucu bazen de taraf olarak aktif rol oynamasıdır. Kendi halklarına sundukları refahı korumak ve artırmak isteyen bütün küresel ve bölgesel güçlerin, çıkarlarını korumak için kendi bölgelerindeki ya da bölgeleri dışındaki sorun ve çatışmalara gerektiğinde askeri ve ekonomik araçlarla müdahale etmekten kaçınmadıkları bilinen bir gerçektir. Bu ülke yönetimleri, gerektiğinde bu riski almadıkları taktirdeçıkarlarını ve dolayısıyla halklarına sundukları refahı tehlikeye atacaklarının bilincinde hareket ederler.

Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye’nin de bölgesindeki sorunlar konusunda duyarsız kalmasının mümkün olmadığı açıktır. Cumhurbaşkanı adayları Recep Tayyip Erdoğan ile Ekmeleddin İhsanoğlu’nun bu pozisyonlardan hangisini temsil ettiği ve cumhurbaşkanı olmaları durumunda Türkiye’yi dış politikada hangi istikamete yönlendireceği sorusunun cevabı da bu çerçevede verilmelidir.

kinat@sakarya.edu.tr

(Star Gazetesi, AçıkGörüş, 12 Temmuz 2014)





Powered by proGEDIA