Türkiye Asimetrik Tehditlere Karşı NATO’nun Önemli Bir Müttefiki



Türkiye Asimetrik Tehditlere Karşı NATO’nun Önemli Bir Müttefiki

Soğuk Savaş sırasında, Türkiye’nin NATO içinde Sovyetler Birliği’ni dengeleyecek bir aktör olarak görüldüğünü vurgulayan uzmanlar, yeni güvenlik tehditlerinin çoğaldığı bugünkü koşullarda ise Türkiye’nin, NATO‘nun önemli bir müttefiki olduğu görüşünü dile getirdi.

Uzmanlar, Türkiye’nin 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye olmasının 67. yıl dönümü vesilesiyle İttifak’a üye olmasının Türk dış politikasına etkilerini AA muhabirine değerlendirdi.

“Asimetrik tehditler karşısında Türkiye önemli bir NATO müttefiki”

SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü Doç. Dr. Murat Yeşiltaş, bu yıl aynı zamanda kuruluşunun 70. yıl dönümü kutlanan NATO’nun ciddi sınamalarla karşı karşıya olduğunu belirtti.

NATO’nun tehdit tanımlamasında büyük bir değişim yaşandığını belirten Yeşiltaş, “2000’li yıllardan itibaren ve bugün itibarıyla NATO, Rusya’yı en önemli konvansiyonel tehdit olarak görüyor.” dedi.

NATO’nun ilgilendiği konuların kapsamının çok genişlediğini söyleyen Yeşiltaş, şöyle devam etti:

“Türkiye bütün bu mesele içerisinde çok kritik bir rolü yeniden üstlenmiş durumda. Şöyle ki Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ni dengeleyecek bir aktördü. Şimdi ise yeni tehditlerin çoğaldığı bir ortamda, özellikle asimetrik tehditlerle ilgilenme konusunda NATO’nun önemli bir müttefiki haline dönüştü.”

Türkiye-NATO ilişkilerinde önemli sınamaların öngörüldüğünü ifade eden Yeşiltaş, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımına ilişkin sürecin sadece Türkiye ile ABD’yi değil, aynı zamanda NATO’yu da ilgilendiren bir konu olduğuna dikkati çekti.

Yeşiltaş, Türkiye-Rusya ilişkilerinden NATO üyesi ülkelerin biraz tedirgin olduğunu belirterek “(NATO-Türkiye ilişkileri) Meydan okumalar çok fazla ama NATO’nun özellikle ABD kanadı, bölgedeki kritik dönemde Türkiye’nin çok ciddi bir rolü olduğunu düşünüyor.” değerlendirmesinde bulundu.

“Milli stratejisini koruyan bir Türkiye, NATO’ya daha faydalıdır”

İstinye Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla Türkiye’nin kendisini iki kutuplu dünya düzeninin Batı tarafında bulduğunu belirterek Türkiye’nin o dönemdeki tarafsızlık politikasından hem Sovyetler Birliği’nin hem de diğerlerinin memnun olmadığını dile getirdi.

Caşın, 1950’lerde sahada büyük bir rekabet olduğunu hatırlatarak “ABD, tek başına nükleer silaha sahipti ve Avrupa-Atlantik güvenliğinin tek bekçisiydi. Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin’in Türkiye’den Boğazlar ve bazı doğu illerini istemesi, Türkiye’yi mecburen ABD’ye yaklaştırmıştır ve Türkiye NATO’ya girmiştir.” dedi.

Türkiye’nin NATO’ya girerek Sovyetlere karşı önemli bir nükleer kalkan kazandığını vurgulayan Caşın, “Bu sayede, Türk ordusu modernize edilmiş, ilk defa jet savaş uçakları, denizaltılar ve hava radar sistemleri Türk ordusuna katılmıştır. Ayrıca Türkiye, kritik konumuyla NATO’ya çok ciddi avantajlar sağlamıştır.” diye konuştu.

Caşın, Sovyetler’in dağılması, iki kutuplu sistemin çökmesi ve 1991 Körfez Savaşı ile Orta Doğu’da yaşanan gerginlikle, Türkiye’nin NATO’da “kanat ülke” durumundan “merkez ülke” durumuna geçtiğini kaydetti.

Mevcut durumda ise “parçalı bir NATO”nun olduğunu söyleyen Caşın, ABD’nin Türkiye’ye tehdit oluşturacak şekilde Suriye’de YPG/PKK’ya silah vermesinin, İran’a yönelik ambargosunun ve Körfez ülkelerini Türkiye’ye karşı yönlendirmesinin, Türkiye’nin ABD’ye ve NATO’ya bakışında şüphe oluşturduğunu söyledi.

Türkiye’nin bugün NATO ile iş birliğini çıkarları ve güvenlik algıları çerçevesinde sürdürdüğünü vurgulayan Caşın, şöyle devam etti:

“Türkiye, NATO içerisinde yer alsa dahi Türk ordusunu süratle modernize ederek yeni tedbirler ve silahlanma politikaları belirlemeli. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunun için düğmeye basmış durumda. Eskisi gibi NATO ve ambargodan korkan bir Türkiye değil, kendine özgüveni olan ve milli stratejisini koruyan bir Türkiye, NATO’ya da daha faydalıdır. Türkiye yeni NATO politika ve stratejisini iyi ayarlayıp, İttifak’ın içinde kalarak karar alma mekanizmalarında daha etkin olmalı.”

“Müttefiklerin terörü desteklemesi, NATO’ya bakışta şüphe oluşturdu”

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Genel Koordinatör Yardımcısı Prof. Dr. Kemal İnat da NATO’nun Türkiye için Sovyetler’in yayılmacı politikasına karşı bir koruyucu kalkan işlevi gördüğünü, buna karşılık Türkiye’nin de Batı Bloku’nun Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikasına destek verdiğini vurguladı.

Soğuk Savaş boyunca Türkiye’nin, Doğu Bloku’ndan gelebilecek tehditlere karşı güvenliğine katkıda bulunan NATO’nun, Soğuk Savaş sonrasında revize ettiği tehdit tanımlamasında terörizmin en üst sıralarda yer aldığını söyleyen İnat, buna rağmen Batılı üyelerinin Türkiye’yi hedef alan terör örgütleri konusunda Ankara ile dayanışma içinde olmaktan çok uzak bir politika izlediğine dikkati çekti.

İnat, “Gerek ABD gerekse Avrupalı ‘müttefiklerimizin’ PKK/PYD ve FETÖ terör örgütleri konularında Türkiye’ye destek vermek yerine bu örgütlere destek veren tavır içerisinde olmaları, Türkiye’de geniş kesimlerin NATO üyeliğini sorgulaması sonucunu doğurmaktadır.” değerlendirmesinde bulundu.

SETA Genel Koordinatör Yardımcısı İnat, izlediği denge politikası çerçevesinde Batılı “müttefikleriyle” ilişkilerini önemseyen Türkiye’nin ise sabırla bu ülkelerin İttifak hukukunun gereğini yapmasını ve terör örgütlerine karşı mücadelesine zarar verecek davranışları terk edip kendisine bu konuda destek vermesini beklediğini kaydetti.

“Türkiye, tarafsızlık politikası izlemişti”

İstanbul Bilgi Üniversitesi Emeritus Profesörü Prof. Dr. İlter Turan da İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki iki kutuplu dünyada Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı aldığı tutum neticesinde, Türkiye’nin Batı savunma sistemi NATO’ya yaklaşmasının o dönemde neredeyse bir zorunluluk olduğunu dile getirdi.

Türkiye’nin 1951’de ABD’nin ısrarıyla NATO üyeliğine davet edilip 1952’de İttifak’a katıldığını hatırlatan Turan, “İngiltere, Türkiye’yi NATO içinde kendisinin önderliğini yapacağı Orta Doğu savunma sisteminin bir parçası olarak konumlandırmak istemişti fakat İngiltere’nin kısa bir süre içinde böyle bir gücünün olmadığı ortaya çıktı.” dedi.

Kutuplaşmanın çok keskin olduğu o dönemde, Türkiye’nin dış politikasını yeniden düzenlemesi gerektiğini söyleyen Turan, “Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşundan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bir tarafsızlık politikası izlemişti. Fakat yeni kutuplaşmış ortamda böyle bir tarafsızlığın sürdürülmesi mümkün olmadığı için, bu tarafsızlık politikasını bütünüyle terk etmek zorunda kaldı.” diye konuştu.

Turan, Rusya’nın yavaş yavaş güçlenmesi karşısında, bu gücü dengeleyecek bir örgüte duyulan ihtiyacın giderek kendini hissettirdiğini de söyledi.

[SETA, 17 Şubat 2019]





Powered by proGEDIA