Mısır’da Siyasal İstikrarsızlık ve Demokrasi Mücadelesi



Mısır’da Siyasal İstikrarsızlık ve Demokrasi Mücadelesi

Muhalefet demokratik yöntemler çerçevesinde kalıp, seçmen kitlesini genişletmeyi güden bir siyaset izlemiş olsaydı toplum nezdinde bir sonraki seçimlerde daha meşru bir aktör olarak rol oynama şansına sahip olabilirdi.

Mısır, 25 Ocak Devrimi’nin ardından en zor süreçlerinden birinden geçmekte. Ülkedeki muhalif gruplar başta ekonomik kötü gidişten, ülkedeki sağlık, temizlik ve trafik gibi sorunların çözülememesinden ve elektrik, su, doğalgaz gibi kaynakların teminikonusundakisıkıntıların aşılamamasından Muhammed Mursi yönetimini sorumlu tutmakta. Seçim sırasında verilen kapsayıcı yönetim sözlerinin tutulmadığı iddiaları muhalefetin katı tutumu için yeterli zemini oluşturmuştur. Bu hoşnutsuzlukların sonucunda başlatılan ‘temerrud’ (isyan) hareketi, son iki ayda hükümetin istifası için imza kampanyaları düzenlemiştir. Haziran ayı ortası itibariyle bu imzaların 15 milyona ulaştığını iddia eden Kefaya, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve 6 Nisan Gençlik Hareketi’nin başını çektiği muhalif gruplar, Cumhurbaşkanı’nı istifaya zorlamak amacıyla Mursi’nin görevine başlayışının yıldönümü olan 30 Haziran 2013’te sokaklara inme kararı almıştır. Tarafların hiçbir şekilde uzlaşmaya yanaşmaması ülkede belirlenen tarih öncesinde gergin bir havanın oluşmasına neden olmuş, toplum kitlelerince 30 Haziran ‘karanlık olaylara gebe’ bir gün olarak endişeyle beklenmeye başlanmıştır.

Mursi nerede hata yaptı?

Geçtiğimiz sene Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun ardından sonuçların açıklanmasına saatler kala Fairmont otelinde Müslüman Kardeşler üst yönetimi ile diğer devrimci gruplar arasında bir toplantı gerçekleşmiş, seçim sonrası süreçte izlenecek politikalara dair müzakerelerde bulunulmuştur. Alınan kararlara göre, Mursi seçimden galip gelmesi durumunda muhalif grupları da yönetime entegre edeceği sözünü vermiş ve bütün tarafların iktidarda bir şekilde yer alacağı konusunda teminatta bulunmuştur. Ancak seçimi kazanan Mursi, özellikle İhvan’ın yönetim kadrosunun siyasi sürece müdahil olmasının da etkisiyle, verdiği sözü tutmakta zorlanmış ve İslami hareketlerin dışındaki siyasi ve sosyal aktörlerce dışlayıcı bir ajanda izlemekle itham edilmiştir. Bu durum kısmen doğruluk payı içerse de sosyalist, liberal ve seküler muhalefetin bazı taleplerinin sosyal tabanı en geniş hareket olan Müslüman Kardeşler’in kendi seçmen kitlesince kabul edilemeyecek olması Mursi’yi kapsayıcı bir tutum izleme konusunda zorlamıştır. Fairmont toplantısı sırasında bu durumun öngörülememesi ve tutulamayacak sözlerin verilmesi İhvan’ı zor durumda bırakan öncelikli hatalardan birisidir.

Öte yandan Ulusal Kurtuluş Cephesi ve diğer muhalif grupların izledikleri yöntemlerin demokratik düzeni tehdit eder nitelikte olması, henüz devrim geçirmiş kırılgan bir siyasal yapının daha büyük zararlar göreceği bir sürece doğru sürüklenmesine yol açmıştır. Yargı, medya, eski rejim kalıntıları (Fulul) ve aktivist gençlerin yoğun desteğini alan muhalefet, ülkenin devrim sonrası yeniden yapılanmasına katkıda bulunmak yerine halkın büyük çoğunluğunun desteğini alan bir iktidarı alaşağı etmenin planlarını yaparak sorumsuz davranmıştır.

Ayrıca Mursi’ye karşı planlanan bu gösteriler bağlamında kullanılan yöntemler son aylarda gittikçe profesyonelleşmiş, özellikle devlet kurumları içerisinde ve halkın yaşantısını doğrudan etkileyecek biçimlerde gerçekleşmiştir. Yargının ayrıştırıcı ve taraflı kararları, medyanın yanlı yayınları, elektrik kesintileri ile su ve benzin krizleri buna örnektir. Profesyonelce uygulamaya koyulan komplovari stratejiler, Mursi’nin seçim öncesi verdiği ancak birçoğunu tutamadığı sözlerle birleştirilerek geniş bir İhvan karşıtı kamuoyu oluşturulmasının zeminini hazırlamıştır.

Kamuoyu oluşturulma çabaları sadece büyük siyasal planlar üzerinden değil sokaktaki aktivistlerin yoğun çabaları üzerinden de yürütülmüştür. Bu anlamda, duvarlar “30 Haziran’da sokağa çık”, “kana kan”, “ikinci devrime hazır mısınız”, “Mursi hapse”, “ya erken seçim ya istifa” gibi afişlerle donatılmıştır. Buna ek olarak Mursi ve taraftarlarının küçümsenerek onların “koyun sürüsüne” (ihvaan hırfaan) benzetildiği demokratik ideallerle hiç de bağdaşmayan afişlerin muhalefet tarafından medyada ve sokaklarda kullanılışına şahit olunmaktadır. Bu kışkırtıcı yöntemlerin kullanılmasının nedeni muhalefetin bu gösterilerin sonuca ulaşması için toplumsal kutuplaşma yaratılmasının ve halkın sokağa indirilmesinin çok önemli olduğunun pek tabii ki farkında olmasıdır. Buna karşın Mursi yönetiminin tansiyonu düşürecek önemli değişikliklere gitmemesinin sebeplerinin başında, halkın artık gösterilerden bıktığı ve sokağa çıkmanın düşük düzeyde kalacağı düşüncesi olduğu söylenebilir.

Muhalefet uzlaşmazlık yerine, demokratik yöntemler çerçevesinde kalıp, seçmen kitlesini genişletmeyi güden bir siyaset izlemiş olsaydı toplum nezdinde bir sonraki seçimlerde daha meşru bir aktör olarak rol oynama şansına sahip olabilirdi. Bu tercihin göz ardı edilmesiyle muhalefetin elinde mevcut yönetimin devrilmesi gibi anti demokratik bir seçenek kalmış ve özellikle İslami kesimin bir kısmının kendilerine yönelik olası desteği de imkansız hale gelmiştir. Mursi yönetimi, muhalefetten gelen bu katı tutumun neticesinde telaşlı ve günü kurtarmaya dönük bir siyaset izlemek zorunda kalmıştır. İrşad bürosundan gelen endişeli açıklamalar, Kahire Stadyumundaki Suriye’ye destek konferansında Mursi’nin destekçilerinden Selefi Şeyh Muhammed Abdül Maksut’un muhalefete “kafir” imasında bulunması ve Mursi’nin muhalefetin talepleri ve gösterileri karşısında yatıştırıcı açıklamalar yapmaması bu endişeli yönetim sürecinin bariz göstergeleridir. Muhalefet bu süreci tansiyonu yükseltmek için bulunmaz bir fırsat olarak görmüş ve uzlaşmanın mümkün olmayacağına dönük söylemleri rahatlıkla kullanmıştır. Muhalefet halkı mobilize ederek gösterilerin kana bulanmasını ve sonrasında ordunun yönetime el koymasını amaçlamaktadır. Bu olursa demokratik yöntemlerle seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olan Mursi ve onun arkasındaki İhvan hareketinin ilk iktidar macerası anti-demokratik yollarla son bulacak ve devrim sonrası süreçte Mısır istikrara kavuşma ihtimalini başka baharlara bırakacaktır.

Demokrasi dışı yöntemler

Mursi’ye yakın kanaat önderlerinin düşüncesi bile 30 Haziran tarihinin kesinkes bir dönüm noktası olacağı yönünde. Ayrıca, bu tarihten sonra Mursi’nin iktidarda kalmayı başarsa bile Müslüman Kardeşler hareketinin siyaset sahnesinde eski gücünü yakalamasının çok zor olduğu kabul edilmektedir. İktidardan düşmesi halinde ise Mursi’yi çetin bir yargılama sürecinin beklediği dile getirilmektedir. Nitekim bazı muhalif aktörler ve yargı mensupları Mursi’yi devrim sırasında hapisten kaçmakla suçlayarak yeniden yargılanması gerektiğini de iddia etmektedirler. Son senaryo olarak Mursi’nin iktidarı bırakmasının ardından bir Başkanlık Konseyi’nin kurulması öngörülmekte ve sonraki süreci bu konseyin belirlemesi istenmektedir. En az bir yıl sürebilecek olan bu sürecin ardından yeni bir seçime gidilmesi durumunda ise muhalefetin oyunu artıracağı muhtemel olmakla birlikte, İslami siyasetin önüne geçebilmesinin şu anki durum itibariyle çok zor olduğunu söyleyebiliriz. Sonuç olarak iktidar mücadelelerinin bu derece yoğun olduğu ve kutuplaşmanın aşırı bir şekilde keskinleştiği 30 Haziran 2013 tarihi, Mısır’ın devrim sonrası süreçte yasadığı en önemli günlerden birisi olarak kayıtlara geçecektir.

(Bu yazı 29 Haziran 2013 tarihinde Star Gazetesinin Açık Görüş ekinde yayınlanmıştır.)





Powered by proGEDIA