Yüzde elli oyla seçilme zorunluluğu

Yrd. Doç. Dr. Nebi Miş | Görüş & Analiz | 28 Şubat 2017, Salı


Yüzde elli oyla seçilme zorunluluğu
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin Türkiye siyaseti açısından en önemli getirilerinden biri, cumhurbaşkanının yüzde elli oyla seçilecek olmasıdır. Türkiye’de siyasal kültürün dönüşümüne etki edecek en önemli değişiklik de bu hususla ilgilidir.
Bu açıdan bakıldığında önce şu iki meselenin altını kalınca bir çizelim.
Toplumun yüzde ellisinin oyuyla seçilme zorunluluğunun olduğu demokratik bir sistemde “otoriterlik” işlemez.
En fazla 5+5 şeklinde, iki dönem seçilme zorunluluğunun olduğu bir yönetim sisteminde “tek adam” yönetiminden bahsedilemez.
Türkiye siyasetini izleyen, az çok siyasetin dinamiğine vâkıf olan biri, bu hususlara “siyasal konumlanmalar” üzerinden yaklaşmazsa, bunun siyasal bir gerçeklik olduğunun farkına varır.
Ama bunun için önce siyasi ezberlerin bir tarafa bırakılması lazım.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde elli oya ilk turda ulaşması, ya da referandum oylamalarında yüzde elliyi geçmesi, onun siyasi liderlik becerisi ve söz konusu döneme kadar izlediği toplumcu siyasetin bir sonucudur. Bu anlamda “Erdoğan siyaseti”ni bir istisna olarak görmek gerekir. Erdoğan sonrası siyasette, bir siyasi liderin ilk turda yüzde elli oy alması kolay değildir.
Bu anlamda, toplumun yüzde elliden fazlasının oyunu almak isteyen her lider, daha kucaklayıcı olması ve toplumun farklı kesimlerine temas etmesi gerekir.
Aslında, bugünlerde yüzde elli oy alma zorunluluğunun siyasete etkisini açık bir şekilde görmeye başladık. Birkaç haftadır, CHP’nin üst yönetiminin izlediği siyasete bakmak bu anlamda yeterince açıklayıcıdır.
CHP her ne kadar alt kademelerde sert bir siyaset izlese de, liderlik düzeyinde ve üst kademede açılım üstüne açılım yapmakta.
Önce, referandum kampanyasını “Erdoğan karşıtlığı” üzerinden yapmayacağını açıkladı. Ardından, 15 senedir, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin resmî kısaltması olan “AK Parti” yerine kullandığı “AKP” söylemini kullanmayacağını belirtti. Bununla da yetinmedi, partilin lideri Kılıçdaroğlu, merhum Necmettin Erbakan hocayı anma toplantısına katıldı.
Biraz daha geriye gidelim. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde milliyetçi muhafazakâr bir aday olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, CHP’nin önerdiğini unutmayalım.
Kuşkusuz, CHP’nin siyasetteki “uzlaşmacı” görüntüsü, taktiksel bir hamledir. 2002 sonrası, her seçim döneminde benzer açılımlar yaptığını biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçildiğinde yüzde elli oy alma zorunluluğu, CHP gibi partileri sadece seçim dönemlerinde konjonktürel olarak değil, uzun dönemli dönüşüme zorlayacaktır.
Bugün için Cumhurbaşkanlığı sisteminin “otoriterlik” getireceğini savunanların zihninin gerisinde yatan esas unsur ise, seçmen bloklarındaki “muhafazakâr-dindar-milliyetçi” ağırlığın fazla olmasıdır. Dolayısıyla, cumhurbaşkanının bu bloktan seçilme ihtimalinin yüksek olması “çoğunluk sultası” safsatası ile esas meselenin tartışılmasını perdelemektedir. Aynı çevrelerin 1995 seçimlerinde Refah Partisi’nin yüzde 21 oy oranı ile seçimlerden birinci parti çıkmasını da “azınlık diktası” diye sorunsallaştırdığını unutmayalım.
Siyasetin hangi kesiminden gelirse gelsin, cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklayan her siyasi lider, bundan sonra daha “uzlaşmacı” ve “mutedil” olmak zorundadır. Yeni sistem, bu anlamda siyasetin merkezini “kutuplaşma” üzerinden değil, “uzlaşma” üzerinden güçlendirecektir.
Türkiye’de askerî darbe dönemlerinin hemen ardından, baskıcı dönemlerde yapılan seçimlerde bile toplum rasyonel bir tercih yapmıştır. Bu anlamda, toplumun çoğunluğu yanlış üzerinde ittifak etmez. Siz kendinizi topluma iyi anlatın, milleti kendi siyasetinizin makuliyetine ikna edin, gerisi hallolur.
Bir de böyle deneyin.




Powered by proGEDIA