(Türkiye’de) Dış Politika, Kamuoyu ve Medya

Arş. Gör. Bilal Yıldırım | Görüş & Analiz | 10 Nisan 2013, Çarşamba


(Türkiye’de) Dış Politika, Kamuoyu ve Medya

Bugüne dek, dış politika ve kamuoyu arasında dolayımsız bir ilişki tespit edilebilmiş değildir. Fakat karar alıcıların kamuoyunu algılayışı, dış politika davranışını etkilemektedir. Elbette ki, bu ilişki ne tek taraflıdır ne de kimlikleri görmezden gelmeyi gerektirecek derecede sadece davranışları motive etmekle veya kısıtlamakla sınırlıdır. Medya, bilginin aktarıldığı bir araçtır ve her araç gibi, kullanıldığı niyete uygun bir amaca hizmet etmektedir. Medya, dış politika ile kamuoyu arasındaki ilişkinin, medyanın kendine has özelliklerine binaen yeniden kurulduğu bir alanı teşkil etmektedir. Medya paranteze alındığında, halkla herhangi bir mekandaki buluşmasında bir siyasetçi sadece o an için, orada bulunanları etkileme fırsatına sahiptir. Halktan bir kimsenin ise, sosyal konumu itibarıyla sesini o siyasetçiye duyurması aynı derecede mümkün değildir. Medyanın bu ilişkiye etki etmeye başladığı noktada, sürecin niteliği değişmektedir. Çünkü her ikisinin de etkin olma kapasitesi bir hayli artmaktadır; ve bu, medya sayesinde gerçekleşmektedir.

Dış politika literatürünün ilgili kaynaklarında, dış politikadan resmi olarak sorumlu olan hükümetler, sorumluluk duygusuna sahip ve dolayısıyla mesuliyet hisseden kamuoyu ve medya arasındaki girift ilişkiler incelenmekte ve çeşitli sonuçlar çıkarılmaktadır. Buna göre; 1) dış politika konusunda yetkin olmayan ve ulusal çıkarları gözetme sorumluluğu bulunmayan medyanın kamuoyunu manipüle ederek hükümetleri belirli adımları atmaya mecbur etmesinden (ilgili literatürde “CNN Etkisi” olarak kavramsallaştırılan ve dış politikaya etkisi oldukça tartışma yaratan bir durum), 2) başka türlü yapmaya zorlanacakları eylemlerin meşruiyetini ve yüksek etki kapasitesini, medyanın sürece dahil olmasıyla ulaşılan kamuoyu oluşumundan elde eden hükümetlerin dış politikada ellerinin güçlendiğine dek çeşitli fikirleri yansıtan görüşler bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, kamuoyunun yaratacağı baskıyı gerçekleştirmek için ya da böyle bir baskının oluşmaması için medyayı manipüle eden hükümet çabaları da yer almaktadır. Öyle ki, kamuoyunun medya vasıtasıyla oluşturulan etkisi, hükümetleri belirli dış politika müdahalelerinde bulunmaya veya mevcut politikalardan geri adım atmaya sevk edebilmektedir.

Buraya kadar anlatılanlar, dış politika, kamuoyu ve medya arasındaki ilişkinin genel boyutlarını çeşitli örnekler üzerinden kuramsal olarak ortaya koymaktadır. İlgili literatürdeki örnekler (okuma önerilerinde bulabilirsiniz) belirli bir örüntü ortaya çıkarsa dahi tekil vakıalardan müteşekkildir. Oysa Türk Dış Politikası (TDP) ve TRT örneği, burada ele alınan ilişkinin farklı şekillerde de cereyan edebileceğini ve bunun süreklilik arz ederek, tekil bir vakıa olmanın ötesine geçebileceğini göstermektedir. Son dönemde TDP, TRT’yi, kalıcı bir kamuoyu oluşturmak hususunda bir araç olarak kullanmaktadır; fakat bu, literatürdeki örneklerden farklı bir tarzda vuku bulmaktadır. Burada tekillikten kasıt, bir sürekliliğin olmaması ve sadece kritik bir olay anında bölgeden sadece o olayla ilgili bilgilerin aktarılmasıdır. Süreklilik ise, ilgili bölgeden belirli periyodik aralıklarla bilgi akışının devam ettirilmesine vurgu yapmaktadır. Uluslararası nitelik kazanmış ve haberlerinde süreklilik sağlayabilen çeşitli medya kuruluşlarının varlığına rağmen, literatürde bu nitelik tartışılmamakta, medyanın süreç üzerindeki etkisi yerine sadece belirli bir zaman diliminde geçen olay üzerindeki etkisi ele alınmaktadır.

Ülke içinde TDP’yi bir şekilde etkileyebilecek tek medya aygıtı, elbette ki, TRT değildir. Yine de TRT, hem bir devlet kuruluşu olması hem de yapılan yayınların niteliği açısından ciddi farklılıklar arz etmektedir. Bu ikincisine odaklanmak ve konuyu kısaca ele almak faydalı olacaktır. Literatürde yer alan ve tekil örnekler olarak nitelendirdiğimiz yayınların benzerleri, elbette ki, Türkiye’de de cereyan etmekte ve medya üzerinden kamuoyu manipüle edilerek belirli politikaların meşruluğu yahut gayrimeşruluğu iddiasıyla TDP etkilenmeye çalışılmaktadır. Biraz daha açmak gerekirse, Filistin ve daha çok geçmişte Keşmir, bugünse Burma veya Somali gibi sorun alanları, Irak işgaline verilecek tepki ve işgal sonrasındaki Irak politikası, AB üyelik süreci benzeri uzun süre gündemde kalabilen konular ve bunların yanı sıra deprem, protesto eylemleri, çeşitli şenlikler, ekonomik gelişmeler gibi anlık gelişmeler medyanın gündeminde her zaman yer almıştır ve yer almaya da devam etmektedir. Nitekim bu yer alma şekli, doğurduğu kamuoyu baskısı aracılığıyla TDP üzerinde kalıcı etkilerde bulunmayı engelleyecek niteliktedir. Çünkü bu tür yayınlar, izleyicileri sadece orada neler olduğundan haberdar edebilmekte, gelişmelere dair süreç ve dinamikler konusunu, bir diğer ifadeyle bu gelişmelerin nasıl ortaya çıktığını ve neden bu şekilde olduğunu göz ardı etmektedir. Bunun bir nedeni, çeşitli elit grupların dış politika üzerinde istedikleri etkiyi sağlayacak şekilde kamuoyunu yönlendirmeyi ve anlık tepkiler üretmeyi yeterli görmeleri; diğer bir nedeni ise, ilgili bölgeden sürekli olarak bilgi almaya imkan sağlayacak şekilde orada muhabirler bulundurmamak ya da haber ajanslarıyla işbirliği yapmamaktan kaynaklanmaktadır. TRT yayınlarını diğerlerinden ayıran özellik, devlet yöneticilerinin ve dış politika elitlerinin kamuoyunu etkilemek istemesinden ve ilgili bölgelerle sürekli iletişimi ya da haberdar olmayı sağlayacak imkanlara sahip olmasından ortaya çıkmaktadır. Burada şunu da vurgulamak gerekmektedir; süreklilik içerisinde sağlanan bilgi akışı, insanların sadece belirli olaylardan haberdar olmasını sağlamanın ötesinde, o bölgeyi yakından tanımasına da imkan vermektedir. Bu durum, kamuoyunu yönlendirmeye farklı bir nitelik kazandırmaktadır.

TRT yayınlarına bu özelliği kazandıran niteliği, Türk kamuoyunun özelde yakın coğrafyada genelde de tüm dünyada neler olup bittiğinden haberdar olmasını sağlayacak, büyük ölçüde yerli bir perspektifle gerçekleştirilen bilgi akışını sağlaması ve bunu sürekli olarak yapabilecek donanımlara sahip olmasıdır. Bu amaçla, iki TRT kanalı, Arapça konuşan Ortadoğu’ya yönelik olarak Arapça yayın yapan TRT Türkiye ve halihazırda yakın kara ve yakın kıta havzalarından bir kısmında bulunan muhabirler aracılığıyla üretilen kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerle ilgili bilgilendiren ya da ulusal gazetelerin kendi ülkeleriyle ilgili yayınlarını haberleştiren belgesel nitelikli haber programlarıyla TRT Türk, yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız nedenlerden ötürü Türkiye için yeni ve farklı bir örnek teşkil etmektedir. Söz konusu medya kanalları aracılığıyla, içeriden dışarıya ve dışarıdan içeriye (ki bu yazıda ikincisi daha ön plandadır) sürekli bir bilgi akışı sağlanmaktadır. Bu bilgi akışının sürekliliği, daha önce tepkisel olarak yapılan yayınların aksine, “duygu yüklü” bir dış politika ve kamuoyu motivasyonu doğurmak yerine, dış politikanın yönelimlerini ve kamuoyundan beklentilerini (bununla birlikte TDP açısından kamuoyunun yönelimlerini ve dış politikadan beklentilerini) anlamayı kolaylaştıracak, bunun yanı sıra, bölgede ve uluslararası alanda cereyan eden olayların nedenlerini devamlı bir şekilde takip ederek analiz edebilmeye imkan sağlayacak “bilgi yüklü” bir motivasyon oluşturma potansiyeline sahiptir. Bunun ilk örneklerini, “Arap Uyanışı” sürecinde, sadece Filistin-İsrail sorunundan ibaret olmadığını fark ettiğimiz yeni Ortadoğu kavrayışı ile tecrübe etmekteyiz. Bu yeni kavrayış, demokratikleşmenin yanı sıra birçok reform talebinde bulunan ve bunun için en az 25 yıllık iktidarları devirme potansiyeli barındıran halkları ve onların ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarını da kuşatmaktadır. Bu toplumların etnik ve dinsel yapılanmalarını, ekonomik kalkınmışlıklarını, siyasete (olmayan) katılım imkanlarını, küresel ekonomideki paylarını ve küresel siyasetteki konumlarını vs. yeniden keşfetmek, bunların yanı sıra tüm bu hususların güncel gelişmeler üzerindeki etkisini eş zamanlı bir şekilde takip edebilmek, bu kavrayışın esaslarını teşkil etmektedir.

Dünyanın farklı coğrafyalarında çıkarları bulunan ve etki alanları kendi sınırlarının ötesine uzanan Batılı güçlü ülkelerde, dünyadaki gelişmelerle sürekli ilgilenen medya kuruluşlarının uzun süredir var oluşu ve Türkiye’de yakın coğrafya ile ilgili bilgilerin dahi süreklilik içerisinde sadece bu ülkelerin yayınlarından takip edilebilmesi, bu imkanın yarattığı farkın görmezden gelinmesine yol açabilmektedir. Oysa Ortadoğu’dan dünyaya yayın yapmakta olan el-Cezire’nin söz konusu coğrafya için yarattığı fark görmezden gelinemeyecek niteliktedir. Bunun yanı sıra, CNN’siz bir Amerikan dış politikası ya da BBC’siz bir İngiliz dış politikası, aynı etkiyi yaratacak düzeyde düşünülemeyecek bir konuma sahiptir. Zira hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde algıları etkileme kapasitesine erişmiş durumdadırlar. Modern dönemin ürünü olan medya aygıtları, modern demokrasilere hizmet ettiği derecede modern diktatörlüklere de hizmet etmektedir. Lakin bu hizmetin demokratik niteliği, ülke rejimlerinin niteliğinden farklı biçimde gelişebilmektedir. Dolayısıyla demokratik bir ülkede medya, her zaman için demokrasinin aracı olamamaktadır. Üstelik bu aygıtların bir devlet kuruluşu olup olmaması da, bağımsızlık ve tarafsızlık göstergesi değildir. Buna rağmen, bir medya aygıtının kazandığı uluslararası nitelik ve haberlerindeki çok boyutlulukla birlikte derinlik, ait olduğu ülkenin dış politika vizyonu ve hareket alanı hakkında önemli ipuçları verebilmektedir. Dolayısıyla, bir ülkenin uluslararası nitelikte medya aygıtlarına sahip olması ile dış politika projeksiyonu arasında doğru orantılı bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye, son zamanlarda işte bu niteliği haiz bir ülke olmaya başlamaktadır.

Daha fazla bilgi için:

  • NEACK, L. 2003. The New Foreign Policy: U.S. and Comparative Foreign Policy in the 21st Century, the USA, Rowman & Littlefield Publishers.
  • ROBINSON, P. 2001. Theorizing the Influence of Media on World Politics: Models of Media Influence on Foreign Policy. European Journal of Communication, 16, 523-544.
  • AUERBACH, Y. & BLOCH-ELKON, Y. 2005. Media Framing and Foreign Policy: The Elite Press vis-à-vis US Policy in Bosnia, 1992–95. Journal of Peace Research,42, 83-99.
  • ROBINSON, P. 1999. The CNN effect: can the news media drive foreign policy?Review of International Studies, 25, 301-309.




Powered by proGEDIA